Sayfalar

26 Ağustos 2011 Cuma

NEW YORK MAX BRENNER ELİF ŞAFAK İSKENDER

New York’a benimle gelen kitaplarımdan biri de Elif Şafak İskender. Elimde gören herkesin bir yorumu var Elif Şafak hakkında. Uçlarda, ya çok seviliyor ya hiç. Kendi adıma söylersem tüm kitaplarını zevkle bir çırpıda okudum. İskender’i de okurken çok keyif aldım. Elif Şafak neden bu kadar eleştiri alıyor yorumu benim gibi acemi bir okuyucuya düşmez ama sanırım popüler konular yazması. Kitabı okurken Londra’da çıkan olaylar tam da kitapla paraleldi. Hackney Türklerin yoğun olduğu bölge, İskender Romanı’da burada geçiyor.  Aşk kitabında herkes Mevlana diyordu. Kitaplarda geçen etnik olaylar çok ezber belki bu yüzden. Belki Elif Şafak’ın kitaplarının PR’ının iyi yapılmasından ya da şahsından. Söylenenler umurum değil zira ben öykülerde geziniyorum. Kitap ve öykü şu an elimde benimle gezen.
Öykü çok bildik, yurt dışına yerleşen Türk-Kürt kökenli bir ailenin adaptasyon zorluğu. Ne geldiği gelenekleri unutabilen ne de yaşadığı yerli olabilen. Arada sıkışmış kalmış bir aile. Yazarın dediği gibi başka kültürlerin kıyılarında yaşarken huzursuz ve kırılgandılar. Kitap sondan başlayan bir öyküyle başlasa da sonu ilginç bir kurgu. Sonunu bildiğimiz öyküyü tek tek aile bireyleri ve onlarla ilişkide olan kişilerin ağzından okuyoruz. Sona yaklaştıkça kişilerin olgunlaştığı, karakterlerin çaresizliği ve yalnızlıkları çok düşündürücü. Konu çok bildik, etkileyici ve sürükleyici. Bu günlerde artan kadın cinayetlerine sadece bir örnek. Toplumsal yaramıza bakış. Kitap her zamanki Elif Şafak lezzetinde ve bir an önce bitirmek isteğinde elden bırakamadığımız cinsten…
Uzun yıllar önce gittiğim Londra’da Hackney Bölgesi Türklerin yaşadığı bir mahalle idi ve tıpkı kitapta tasvir edildiği gibiydi. Şafak’ın gözlemleri etkileyici. Zavallı alışveriş canavarı ben orada Burberry Outlet Mağazasını aramak için bulunmuştum. Yıllar sonra kitapta o gittiğim anlar gözümde canlandı.
Kitaptaki karakterlere bakınca Yunus'un Londra’da dünyaya gelmesi onun daha az arada sıkışması ve daha kolay adapte olması, saflığı ve temizliği; Tobiko’ya olan çocuk aşkı, Tobiko'nun protest yaşamı, sert kabuğunun altındaki sırça yüreği; Pembe'nin tesadüf gelişen hayatında sevgiye olan açlığı; Cemile'nin bildik kötü yazgısı, çaresizliği ve hayata tutunuşu; İskender'in karmakarışık ruh halleri ve nedenleri; Esma'nın erkek olmayı isteyişi ve ağabeyine karşı derin öfkesi; Roksana'nın kadın olmanın dünyanın neresinde doğarsan doğ zor olduğu, ve yaşamak için kurguladığı yalan öyküsü; Âdem'in babası gibi olmak istememesi, yaptığı hatalar, sona giden öykülerinin yazarı olması ve pişmanlığı;  Elias'ın dünya vatandaşı zihniyeti ve tüm hassaslığına rağmen kaçınılmaz sonun nedeni oluşu; Tarık’ın hayata olan öfkesi, karanlık düşünceleri ve zavallılığı… Hepsine bağlanıyorsunuz ve yargılamaktan çok anlam yüklemeye çalışıyorsunuz karakterlere…

Öyküde İskender’in annesine olan güveninin sünnet olmak için ağaçtan indirilişinde, babasına olan güvenini de söz verdiği halde kurbanlık hayvanın kesilmesinde kaybedişi. O sevgisizliğini sürekli sorgulaması hepimizin çocuklarımızı büyütürken “aman güvenini kaybetmeyin” telkinini hatırlatıyor. Yapamayacağınız şeyler için kandırmayın denirdi. Kaybedilen inanç bir daha tamir edilmiyor. Aslında hepimiz çocukken açılan yaraları tamir etmeye çalışıyoruz tüm yaşamımız boyunca. Tıpkı Esma, tıpkı Pembe, tıpkı Cemile, tıpkı Âdem gibi…
İskender’in annesini düşündüğü hapishane günlüklerinde annesine ait bir tanımlama ilginç ve farklı. Dile bağımlı olanlara, mesela gazetecilere, avukatlara, yazarlara güvenmezdi annem. Kelimelerin önemsiz yahut ikincil olduğu şeyleri severdi-resimler, el işleri, ninniler, yemek tarifleri gibi. Pembe’nin çizdiği tüm yolda güvensizliği hissediyorsunuz…
Elias’ın Pembe’nin hayatında ki anlamı, çok masum başlayan arkadaşlıkları ve sevgileri okudukça ilişkilerini masum kılıyor sizin kalbinizde. Elias’ın yemek pişirme tutkusunun down sendromlu kız kardeşine yemek yaparken geliştiği ve bunu anlattığı paragraf nefis…
Hamur yoğurduğunda toprak damarlarına sızar. Et pişirdiğinde hayvanın ruhu seninle konuşur; ona saygı duymayı öğrenmen gerekir. Balık temizlerken bir zamanlar içinde yüzdüğü denizin sesini duyarsın; nazikçe marine edersin suyun hatırasını yüzgeçlerinden silmek için… Metal soğuk, parlak ve fazla mükemmeldi, o yüzden tahta kullanırdı… Hayatını tam tepeye tırmanırken pili biten bir oyuncak trene benzetiyordu Elias. İşaretleri yanlış okumaktan, kültürel kalıpları çiğnemekten korktuğu için uzak duruyordu Pembe’den…
Âdem’in ilk Pembe ile tanışmasında muhtarın aşk tanımlaması güzel. Erkek kavgacı ise sevdası da kavgalarla doludur. Sakin ve nazik ise sevdası merhem gibi, bal gibidir. Âdem’in annesi hakkında konuşulanları duyduğunda kafasından geçen “kelimeler de insanlar gibi gezermiş meğer” tanımlaması güzel.
Cemile’nin bildik yazgısı ile doğanın sesini dinlemesi okurken hem keyif verip hem düşündürüyor. Aslında çare sadece kendimizde, maneviyatımızda. Nitekim İskender’in hapishane arkadaşı Zişan’ın öyküye girişi ve öğretileri önemli. Cemile’nin ve Zişan’ın dediği gibi bu âlemde ki her parça, bir başkasını geliştirmek, iyileştirmek, değiştirmek için yaratılmıştı. Bu cümlede her öğreti saklı. Evet, her birimiz diğeri için önemliyiz ve nedeniyiz.
Kitabın çok tartışmalı kapağını ne anladım ne de beğendim diyebilirim. Elif Şafak , o kapak, kendimi başkasının yerine koyabilmenin resmi. Okurun hayal gücüne müdahale, diyenler de var. 450 sayfalık bir romandan bahsediyoruz. Onlarca karakter, onlarca alt tema var. Bir tek resimle müdahale olmaz. Tam tersine, gelin düşünce kalıplarımızı açalım, daha güçlü biçimde hayal edelim, diyen bir kapak. Ben kapağı çok seviyorum… demiş ama ben anlamadım. Bir de İskender’in hapishane bölümlerindeki yazı karakterini okuması zordu. Hele benim gibi New York Metrosu kargaşasında okumak zevkli değildi.


Kitabı New York Max Brenner’de bitirdim. Burası çikolata kokusuyla mutlu olacağınız bir mekân… Yemekler ve ambians nefis. Yaklaşık 45 dakika- 1 saat sıra bekliyorsunuz ama değer bir yer. Max Brenner, 1996 yılında İsrail’de Max Fichtman ile Oded Brenner tarafından kurulmuş. Çikolatalı pizzaları Şubat 2011’de Food Network’te “Yediğim En Güzel Şey” olarak tanıtılmış.

Max Brenner, çikolata ürünleri satan ve başımızı döndüren lezzetlerle karşımıza çıkan bir restoran. İsterseniz sevdiklerinize enjeksiyon çikolatalar, kupalar alabiliyorsunuz… İşte bu enfes çikolata kokusu altında sıramı ve bizimkileri beklerken bitirdim kitabımı. Bir çırpıda okunan, bir o kadar bildik ama bir o kadar sürükleyici hikâyeyi okuyun derim. Birçoğunun dediği gibi Nobel’e götürür mü bu öykü Elif Şafak’ı?  Bence götürmemeli, o zaman Orhan Pamuk’a haksızlık yapılmış olur. Sevgiyle…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder