Sayfalar

30 Ocak 2012 Pazartesi

BÜYÜ DÜKKANI, BÜYÜ DÜKKANI’NDA İKİ ÇINAR, LORLU KURABİYE

Yeşim Türköz’ün birbirinin devamı iki kitabını bir çırpıda okudum. Birinci kitap Büyü Dükkanı:
Kimimiz düşlerle dost olur, düş kurar alabildiğine…Kimimiz düşlerden korkar; gerçeğe dönüş zor olur diye…Oysa düşlemin alacakaranlığı, hem gerçeğin, hem düşün dostudur. Orada oyun vardır; umut vardır; heyecan vardır; orada yaratıcılığın cesaret tohumları atılmaktadır. Neyin ne kadar “gerçek” olduğunun hiçbir önemi yoktur. Orada duyumsadığınızın, fark ettiğinizin kendisi bir “gerçek”tir artık. Sizin gerçeğiniz…

Büyü Dükkanı, hayatta istenebilecek her şeyin var olduğu, mucizevi alışverişlerin gerçekleştiği bir mekandır. Ünü ülkenin dört bir tarafına yayılmış olan bu dükkana gelen müşterilerin tek bir hedefi vardır: Kendilerine her şeyin vaat edildiği bu yerden, hayatta en çok istedikleri şeyi almadan ayrılmamak…Kimisi geçmiş yıllarını geri almak, kimi büyük bir aşk yaşamak, kimi de korkularından kurtulmak için oradadır. İsteklerine biçilen bedeli ödemeye çoktan hazırdırlar. Ancak Büyü Dükkanı’ndaki alışverişler kolay değildir. Çünkü usta satıcının bir kuralı vardır: Müşterisini dükkandan alabileceği en iyi şeyle göndermek…Yaşlı adam ile müşterileri arasında geçen sıkı pazarlıklar, hayata dair önemli sorgulamalar içermektedir.
Hayatta en çok istediğiniz şey, hayattan alabileceğiniz en iyi şey midir?
İkinci kitap, BÜYÜ DÜKKANI’NDA İKİ ÇINAR:
Birinci kitaptan farkı Büyü Dükkanı’nda satıcının geçmişe yolculuk yapmasını sağlayan küçük bir misafiri vardır. Birinci kitaptan farklı olarak satıcının da iç çekişmelerini, öyküsünü öğreniyoruz. Büyü Dükkanı’nda aldığımız şey almak istediğimizden sadece farklı değil, aynı zamanda daha fazla…Kahramanlarımız hayatta en çok istedikleri şey için, hayatlarından neleri çıkarmayı göze alırlar? Her hikaye de kendinizden bir duygu çıkıyor gün yüzüne. Babam sevdik vermeden sevdik alınmaz öğretisiyle büyüttü bizi. Bu kitaba göre doğru bir öğreti gibi gözükse de aslında işler her zaman böyle yürümüyor.
Sınırlar ve ayrılıklar olmasa öyküler bu kadar zengin olur muydu diye soruyor bize yaşlı satıcı. Çoğu zaman düşünmüşümdür, yaşamımıza giren her farklı insan bir renktir bizim için. Başka türlü işlenmezdi hayatımız, tek renk, tek öğreti ile.
Evde anneme sordum, en çok istediğin şey ve bunun için ne verirsin diye. Annem kız kardeşimin bir dileği için çok sevdiği mesleğinden vazgeçebileceğini söyledi. Babamın uğruna bir şeylerini vereceği bir dileği yoktu. Ben egolarımdan, kibrimden arınmak için ne verebilirim biledim. Sayın Yeşim Türköz’ün değişik bir psikoterapi yöntemiyle yaklaştığı kitabının düşündürdükleri ve etkileri gerçekten okunmaya değer.
Kitaptan beğendiğim ve düşündüğüm yerleri yazmak istiyorum size:
Yetişkinlerin dünyasında, her bir figürün, orada görünen dışında, pek çok sembolik anlamı oluyordu… Kalp aşkı, yılan kötülüğü simgeliyordu…
Göz sahibine göre hareket eder ve özel olarak eğitilmezse gerçeğin kendisini değil, kendi arşivindekileri görür. Yani geçmiş deneyimlerinizin size öğrettiği kadarını görmeye devam edersiniz. Oysa baktığınız her yerde yepyeni bir gerçek vardır. Evet, çoğu zaman gerçekleri değil hep aynıyı görüyoruz, aynı bakış açısı. Açıyı asla değiştirmiyoruz. Gördüğümüzle yetinmeyip, daha iyi bakıp göremediklerimizi görmemiz gerekli.
…Zamanın sonsuz ama yaşamın sınırlı ve kusurlu olduğu gerçeğini kabullendikçe, çaresizlik duygularınızdan kurtulursunuz çünkü çare yoksa çaresizlik de yoktur…
Başkaları sizin aynanızdır. Aynaya en çok ihtiyaç duyduğunuz anlar ise kendinizi iyi görmek istediğiniz anlardır.
Hayat talepkardır. Sizden büyümenizi ister. Çocukluğu bırakmanız karşılığında size bilgi, deneyim, beceri vaat eder. Büyümek güzeldir ama hayatla iyi bir pazarlık yapmazsanız zararlı çıkarsınız. Çünkü bunlar vitrine konulanlardır. Sonradan tezgâhın altından, sorumluluklar, kayıplar, acılar da çıkar.
Böyle güzel öğretilerle gidiyor kitap… Şimdi annem okuyor kitapları, onun yorumunu merak ediyorum, değişik bakış açısı vardır ve şaşırtır bizleri.
Kitap yorumlarımdan sonra daha önce denediğim ama uzun süredir yapmadığım lorlu kurabiye tarifi vermek istiyorum. Kitap kokusu, evi saran kurabiye kokusu, bu mevsim nergis kokusu, fırından yeni çıkmış ekmek kokusu, bebek kokusu, aşkımın koynunun kokusu, kıztoşumun her kokusu… Haydi kolay gelsin…

İZMİR USULÜ LORLU KURABİYE
Arkadaşım Emine ile konuşurken aşerdik ve canımız lorlu kurabiye istedi. Kafaya koydum tarifi buldum ve kıztoşumla denedik ve eşimden şöyle bir yorum aldım, lütfen Aylin bir daha yapma, yedikçe yiyesim geliyor, tehlikeli dedi. Gerçekten çok hafif ve çok güzel bir lezzet, deneyin derim. Evi saran nefis kokusu da bu kış gününde hepimizin yüreğini ısıtıyor. Mis gibi bir koku…
Malzemeler;
½ kilo tatlı lor (tüm marketlerde bulunuyor),
3.5 su bardağı un(eleyerek)
2.5 su bardağı şeker,
250 gr. tereyağı ( oda sıcaklığında),
2 adet yumurta (birinin beyazını ayırın),
1 paket kabartma tozu,
1 paket vanilya.
Şeker ve yağ krema kıvamına gelinceye kadar yoğurulur. Diğer malzemeler ilave edilir,  hamur elde edilir. Ceviz büyüklüğünde toplar yapılıp, önce ayırdığınız yumurta beyazına ve daha sonra şekere batırıp 170 derecede 30 dk. pişirin.
Hayattan keyif alın ve keyif aldırın, hayatınızın güzel kokuları eksilmesin…

24 Ocak 2012 Salı

OSCARS 2012

                                                OSCARS 2012
                                   -ADAYLAR/NOMINATIONS-
En İyi Film/Best Motion Picture
*The Descendants/Senden Geriye Kalan
*The Artist
*Extremely Loud and Incredibly Close
*The Tree of Life/Hayat Ağacı
*The Help
*Moneyball/Kazanma Sanatı
*Hugo
*Midnight in Paris/Paris’te Geceyarısı

Extremely Loud and Incredibly Close

En İyi Yönetmen/Best Director
*Michel Hazanavicius (The Artist)
*Alexander Payne (The Descendants/Senden Geriye Kalan)
*Woody Allen (Midnight in Paris/Paris’te Geceyarısı)
*Terrence Malick (The Tree of Life/Hayat Ağacı)
Jean Dujardin & Michel Hazanavicius (The Artist)

En İyi Erkek Oyuncu/Best Actor
*George Clooney (The Descendants)
*Jean Dujardin (The Artist)
*Demian Bichir (A Better Life)
*Gary Oldman (Tinker, Tailor, Soldier, Spy)
*Brad Pitt (Moneyball)
I wish i could see Michael Fassbender at the list.
Michael Fassbender’ı listede görmek isterdim.
En İyi Kadın Oyuncu/Best Actress
*Glenn Close (Albert Nobbs)
*Meryl Streep (Demir Leydi/The Iron Lady)
*Michelle Williams (My Week With Marilyn)
*Viola Davis (The Help)
*Rooney Mara (Ejderha Dövmeli Kız/The Girl With The Dragon Tattoo)
Tilda Swinton???
Rooney Mara/The Girl With The Dragon Tattoo

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu/Best Supporting Actor
*Christopher Plummer (Beginners)
*Kenneth Baranagh (My Week With Marilyn)
*Nick Nolte (Warrior)
*Jonah Hill (Moneyball)
*Max von Sydow (Extremely Loud and Incredibly Close)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu/Best Supporting Actress
*Jessica Chastain (The Help)
*Melissa McCarthy (Nedimeler/Bridesmaids)
*Octavia Spencer (The Help)
*Janet McTeer (Albert Nobbs)
*Berenice Bejo (The Artist)
I hope the award’s gonna go to Jessica Chastain but Octavia Spencer looks like the possible winner.
Umarım ödül Jessica Chastain’ın olur; ancak Octavia Spencer’ın şansı yüksek.
Jessica Chastain & Octavia Spencer (The Help)

En İyi Özgün Senaryo/Best Original Screenplay
*The Artist
*Nedimeler/Bridesmaids
*Margin Call
*Paris’te Geceyarısı/Midnight in Paris
*Bir Ayrılık/A Separation
I’m so glad that A Separation has been nominated for both Best Original Screenplay and Best Foreign Language Film.
Bir Ayrılık’ın hem En İyi Yabancı Film ve Özgün Senaryo’ya aday olduğuna çok sevindim.
Paris'te Geceyarısı/Midnight in Paris

En İyi Uyarlama Senaryo/Best Adapted Screenplay
*Hugo
*Moneyball
*Tinker Tailor Soldier Spy
*Zafere Giden Yol/The Ides of March
*The Descendants
Yabancı Dilde En İyi Film/Best Foreign Language Movie
*Bir Ayrılık/A Separation (İran/Iran)
*Footnote (İsrail/Israel)
*Bullhead (Belçika/Belgium)
*In Darkness (Polonya/Poland)
*Monsieur Lazhar (Kanada/Canada)
En İyi Müzik/Best Original Score
*Tenten’in Maceraları/The Adventures of Tintin
*Tinker Tailor Soldier Spy
*The Artist
*Hugo
*Savaş Atı/War Horse
En İyi Animasyon/Best Animated Feature Film
*Kung Fu Panda 2
*Çizmeli Kedi/Puss in Boots
*Chico&Rita
*Rango
*A Cat In Paris
Academy loves cats! ;)
Akademi kedileri seviyor.;)
He's soo cute! -Puss in Boots/Çizmeli Kedi
A Cat in Paris

En İyi Belgesel/Best Documentary Feature
*Pina
*Hell And Back Again
*If A Tree Falls: A Story of the Earth Liberation Front
*Paradise Lost 3: Purgatory
*Undefeated
Pina
-Su Yılmaz-



23 Ocak 2012 Pazartesi

DÜŞLER BAHÇESİ/WE BOUGHT A ZOO

                                   DÜŞLER BAHÇESİ
Hepimiz hayvanat bahçelerini severiz değil mi? En azından birbirinden değerli hayvan türlerini görmek, doğayla bütünleşmek hepimizin ruhunu okşamıştır. Peki bir hayvanat bahçesini satın alsaydınız? Mükemmel olurdu değil mi? Lakin bayağı bir çalışma gerekirdi…

İşte Benjamin Mee, bahsettiğimiz olayı gerçekleştiriyor ve bir hayvanat bahçesi satın alıyor. Bütün macera da başlamış oluyor…
“Düşler Bahçesi” yazar Benjamin Mee’nin kendi hayatını anlattığı bir kitap. Daha sonra filmini izleme şansı bulduğum bu roman, İngiltere’de geçiyor. Filmde ise kahramanlarımızı Amerika’da görüyoruz.
Film, kitaptan uyarlanmış; fakat birtakım değişikliklere uğramış. Mesela Benjamin’e bir Kelly ile ilişki eklenmiş. Okurken dikkatimi Katherine’in olduğu bölümler çekmişti, Katherine’in acısını hissedebiliyordum. Tümörden hayatını yitiren Katherine Mee de aslında Benjamin’in macerasının başlamasına yardımcı oluyor. Ne yazık ki açılışını bile göremeden ölüyor… Geride ise Benjamin ve iki çocuğu kalıyor: Rosie ve Dylan.
Ekibimiz göreve hazır!

Benjamin, hayvanat bahçesini almaya karar verdikten sonra sıkı bir çalışma başlar. Burada çalışan Kelly de ona çok yardımcı olur. Bu da aralarında bağ oluşmasına etkili olacaktır… Kelly’nin kuzeni Lily ile Dylan da kısa sürede dost olurlar. Her şey iyi giderken “gıcık” bir tip olan Walter Ferris’in ani gelişi ortamı gerer… Acaba bu hayvanat bahçesi gerçekten açılabilecek midir?
Filmin yönetmen koltuğunda Cameron Crowe oturuyor. Filmde ise Matt Damon (Benjamin), Scarlett Johansson (Kelly), Thomas Haden Church (Duncan), Maggie Elizabeth Jones (Rosie), Colin Ford (Dylan), Elle Fanning (Lily), Angus MacFadyen (MacCready), Patrick Fugit (Robin Jones), John Michael Higgins (Walter Ferris) ve Stephanie Szostak (Katherine) yer alıyor.
Benjamin Mee (Matt Damon) ve Spar

Filmde en çok Rosie karakterini beğendim desem yanlış olmaz sanırım. Gerçekten çok tatlı ve sevimli bir kız. Geleceğinin parlak olduğunu düşünüyorum. Colin Ford ile Elle Fanning de başarılı genç oyuncular arasında.  Lily ile Dylan’ın muhabbetleri de çok hoştu.
Matt Damon ise bir dünya harikası olmuş da farkına varamamışız. =) O bakışlar, hüznü yaşayışı… Scarlett Johansson da rolüne gereken uyumu sağlamış, Matt Damon’la olan uyumu başarılı.
Jonsi imzalı soundtrack ise şahane, dinlemenizi öneririm. Filmin ruhunu yansıtabilen bir çalışma olmuş. Kitabı da iyi hissetmemi sağladı diyebilirim. Şu anda da dinliyorum…
Sanırım beni en çok etkileyen Dylan (Colin Ford) ile Benjamin’in (Matt Damon) konuşmaları oldu. Son dönemlerde aslında hepimizin de birbirimizi anlamamız için yapmamız gereken bir tartışma… Küskünlüklerin de bir sebebi vardır ve en büyük sorunların çözümü bile dudağımızdan çıkacak kelimelere bağlıdır. Bazen “Seni Seviyorum” deriz, karşılık beklemeksizin… Bazen ise ümitsizcesine bağırırız çevremizdekilere, kelimelerin anlamı yoktur.

Bu duygularla söyleyebilirim ki içinizi ısıtan bir filmi izlemek istiyorsanız We Bought A Zoo uygun bir seçim olacaktır. Özellikle son sahne için bile izlenebilir.
            Kitapla karşılaştırdığımda ise kitaptan daha sürükleyici olduğunu fark ettim; ancak kitabın da yerinin ayrı olduğunu düşünüyorum. İkisi de çok duygusal ama…
-İyi seyirler ve okumalar!-
-Su Yılmaz-
                                    WE BOUGHT A ZOO
            All of us like zoos, right? At least, seeing wonderful species and become in nature makes our soul relief. But if you bought a zoo? Wow, it’d be amazing, huh? But it needed a lot of hard work.

            Benjamin Mee does that and he buys a zoo! Then the entire adventure begins after that…
            “We Bought A Zoo” is a book which Benjamin Mee tells his story. After reading the book, i’ve had a chance to see the movie. The book takes place in England but the movie does it in the USA.
            The movie was based on the book with a few changes like Benjamin Mee actually doesn’t have a relationship after his wife’s death but in the movie he has. While i was reading the book, i felt Katherine’s pain so deep. Katherine Mee, have died from cancer. She supported his husband, Benjamin to follow his dreams and begin that advneture. But sadly she couldn’t even see the opening of the zoo. Only Benjamin and their two kids: Dylan and Rosie remains after her.
The crew of "We Bought A Zoo" at the premiere.

            When Benjamin decides to buy the zoo, a hard work starts, everybody at this place love their job passionately. Kelly also keeps on working and their relationship with Benjamin begins… Kelly’s cousin Lily also becomes a really close friends with Benjamin’s son Dylan. When everything goes on just fine, an obstacle appears. An annoying guy named Walter Ferris, “visits” the zoo with a surprise. Could it be really open?
            Movie’s directed by Cameron Crowe. Starring Matt Damon (Benjamin), Scarlett Johansson (Kelly), Thomas Haden Church (Duncan), Maggie Elizabeth Jones (Rosie), Colin Ford (Dylan), Elle Fanning (Lily), Angus MacFadyen (MacCready), Patrick Fugit (Robin Jones), John Michael Higgins (Walter Ferris) and Stephanie Szostak (Katherine).
            I think it’s time to tell the truth. Umm, ok. The truth is the girl who acts as Rosie (Maggie Elizabeth Jones) is so adorable and cute. She’ll be a bright star next couple years for sure. Colin Ford and Elle Fanning are a great couple, genius kids, sorry actors! They’re now great actors. Lily and Dylan’s conversations were so nice.
Adorable Miss Jones!

            Matt Damon has became a Wonder of the World and we haven’t even realised. =) His looks, the looks that live in the sadness… Scarlett Johansson’s combined with her character well. They both look perfect, together!
            I can offer you the soundtrack from Jonsi. Made me feel the book and the movie both so clearly. Brilliant!
            I do think that my favorite scene was that when Benjamin and Dylan had argued… The conversation we all need in our lives. Every piques have a reason, sometimes big problems can be solve by the words come out inside of our lips. Sometimes we just say “I Love You” without expecting a return. Sometimes we just shout to somebody, words doesn’t mean anything at that moment.
Dylan and Lily! (Colin Ford-Elle Fanning)

            With that emotions, i guarantee We Bought A Zoo is a great choice if you want a warm drama. Thought that it’s more fascinating than the book; but you should read the book first to understand it… My personal opinion!
-Have an awesome time with your book and the movie!-
-Su Yilmaz-

Cork City (İrlanda)

Bu sefer değişik bir yere gidiyoruz. İrlanda’nın güneyinde Cork şehrindeyiz. Biz önce Dublin’e uçtuk, daha sonra karadan Cork şehrine vardık. Şehirden uzakta yemyeşil bir alanda otelimiz The Sheraton Fota Island Hotel’e yerleştik. Karadan yolculuk boyunca nefis manzaralar kaydettik anılarımıza. Filmlere, kitaplara konu olacak manzaralar. Zaten 2008 yılında vizyona giren “P.S. I Love You” filminde de bu manzaraları görebiliyoruz. Başrollerini Hilary Swank ile Gerard Butler paylaşıyor. Filmin unutulmaz repliği, biliyorum gitmene izin vermeliyim. Ama biliyorum ki nereye gidersen git asla uzakta olmayacaksın. Bir diğer film ise Amy Adams’ın sevecenliğini ortaya çıkardığı ve başrolü Mathew Goode ile paylaştığı “Leap Year”. Manzaralar büyüleyici… Uçsuz bucaksız yemyeşil ovalar, koyunlar, nehir, daracık yollar o hızlı şehirlere inat medeniyetten uzak, doğal hayat… Uzanıp o uçsuz yeşillere yazmak istiyorsunuz. James Joyce, Samuel Beckett, Oscar Wilde, Maeve Bincy bu topraklardan yetişmiş, tesadüf değil. Çok ilham verici bu topraklar… Üç yapraklı yonca (shamrock), arp ve siyah bira (stout) Guinness, İrlanda'nın sembolleri. Guinness Rekorlar Kitabı da bu ünlü siyah biranın üreticisi tarafından hazırlanmaktaymış. İlginç değil mi?



İrlanda’ya yemyeşil çayırlarından ötürü “Zümrüt Ada” da deniliyor ve eski İrlanda bayrağında sembol olarak üç yapraklı bir yonca, bir arp, Claddagh yüzüğü denen bir yüzük ve Kelt haçı bulunuyor. Kelt haçı Aziz Patrick’i simgeliyor. Claddagh yüzüğü de dostluk ve sevgi sembolü geleneksel bir İrlandalı yüzüğü, eski dönemlerde Claddagh isimli bir balıkçı köyüne kadar dayanıyor. Üç yapraklı yoncaya gelince üç sayısının uğuruna ve üç yapraklı yoncanın sihirli güçleri olduğuna inanıyorlarmış. Efsanelere göre yoncalar fırtına çıkacağını yapraklarını dikleştirerek haber veriyormuş ve ayrıca yonca olan yerde yılan bulunmazmış. Arp ise İrlandalıların eskilerden beri sihirli güçleri olduğuna inandıkları bir müzik aleti, paraların üzerinde bile arp resmi bulunuyormuş.  İrlanda'nın şu andaki bayrağının renkleri ise turuncu, beyaz ve yeşil. Yeşil İrlanda halkını, beyaz barışı, portakal rengi ise Orange’lı William’ın İngiliz destekçilerini temsil ediyormuş. İrlanda’ya gitmeden önce araştırdığım bilgiler çok ilginçti. Sizinle de paylaşmak istiyorum.
İrlandalılar yüksek hayat standartlarına sahipler
The Economist dergisinin açıkladığı rakamlar da bunu doğruluyor. Dergi 111 ülkedeki yaşam kalitesini ölçmek için;  maddi refah, sağlık (yaşam süresi), siyasi istikrar ve güvenlik, aile hayatı (boşanma oranı),  toplum hayatı (kiliseye üye olanlar ve ticari sendikalara üye olanlar gibi), iklim ve coğrafya,  iş güvenliği (işsizlik oranı), siyasi özgürlük, kadın-erkek eşitliği (aldıkları ücretlere göre) gibi verilere bakıyor.
İrlanda'nın resmi dilinde “evet” ve “hayır” sözcükleri yok
İrlanda Cumhuriyeti'nin resmi dili olan İrlanda’cayı (Galce) nüfusun %40’ı iyi şekilde biliyor. İrlanda dili İngilizce ile kıyaslanınca ortaya garip bir durum çıkıyor. Doğrudan “evet” ve “hayır” olarak tercüme edilecek sözcükler yok. İrlandalılar olumlu-olumsuz cevap gerektiren sorulara fiili tekrar ederek cevap veriyorlar. İrlanda’da yaygın olan hiberno-English lehçesine göre birisine “bara gidiyor musun?” diye sorulunca “evet” yerine “gidiyorum” diyorlar. Çok ilginç.
Ülkenin koruyucu Aziz’i aziz değil hatta İrlandalı da değil!
İrlanda’nın koruyucu Aziz’i sayılan St. Patrick hakkında efsaneler olduğu kadar şüpheler de var. Onun zengin bir İngiliz ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği ve 16 yaşındayken İrlandalı istilacılar tarafından kaçırılıp İrlanda’ya getirildiği söyleniyor. Altı yıl esaret altında yaşadıktan sonra ülkesine kaçıyor ama rüyasında misyoner olarak tekrar İrlanda’ya gittiğini görüyor ve böylece bir rahip oluyor.
Toplam nüfusu 6 milyon ama yeryüzünde 80 milyon kişi İrlandalı olduğunu iddia ediyor!
İrlanda Cumhuriyeti’nde ve Kuzey İrlanda’da toplam 6 milyon kişi yaşıyor. Tarımla geçindiği dönemlerde 1845 yılında bir verimsizlik yaşanıyor. Buna “Büyük Kıtlık” veya “İrlanda Patates Kıtlığı” deniliyor. Milyonlarca insan açlıktan ve yetersiz beslenmenin neden olduğu hastalıklardan ölüyor. Bu yüzden milyonlarca kişi Amerika, İngiltere, Kanada, Avustralya, Afrika, Güney Amerika ve Avrupa’ya göç ediyor.
Bira tüketiminde dünya ikincisi
İrlanda Cumhuriyeti’nde 4,2 milyon kişi yaşıyor ve istatistiklere göre her yıl yaklaşık 35 galon bira tüketiyorlar. Bu kişi başına 131 litrenin üzerinde bir rakam! Bu rakama yakın birayı sadece Çekler tüketiyor. İçki içme yaşı 18 ama kanunlara göre herkes bira satın alabiliyor. Her gittiğimiz barda bol bol bira tüketiyoruz biz de. Bir Guinness bira istediğinizde, garson bardağın dörtte üçünü doldurur ve biranın çökmesini bekler. Daha sonra tepesine kadar köpük doldurur. İçmeden önce durgun ve koyu siyah renkte olmalıdır. Bu arada İrlanda’dan başka hiçbir yerde sohbete bir pubda olduğu kadar çabuk dahil olamazsınız.
İrlanda’da hiç yılan yok… Soğuk iklimi ve geçmişteki buz çağından ötürü adada yılan yok...


Dublin’den çıktığımız yolda bunları düşünüyoruz hep. Artık Cork şehrinde neler yapabiliriz onları anlatmalıyım size. Dolaşın stressiz. Doyasıya temiz havayı soluyun. Bol bol fotoğraf çekin, şehri turlayın. Publarına takılın gece-gündüz. Yazın bile gitseniz yanınıza mont almayı unutmayın, Ağustos ayında deri montla gezdim. Cork şehrine gelince;
Cork bir karakterdir. Hem eğlenmek hem de dingin durmak için ideal şehir Cork. Tam bir kültür şehri. Özellikle de yiyecekleri ve dükkanlarıyla bizi büyülemeyi başarıyor. Gerçekte şehir, hem denizde hem de karada yer alıyor- güney kıyılarında, Lee Nehri doğal bir limana akıyor- Konumu, şehri Avrupa’nın en büyük yağ marketi haline getiriyor. Titanic dahil- Cork’un hanımefendileri –Merchant Prensesleri olarak da bilinir- çok şık giyimliler.
Ne Yiyelim?
Farmgate Café’de kahvaltı, sert bir kahve, nefis tatlar ve Irish Times’ın bir kopyası. (English Market’ın ilk katında) ev yapımı çaylar tercih ederseniz Café Fellini öneriyorum (Çaya bayılan bir insan olarak söylüyorum).
2008 yılında Paul Lewis, An Cruibin’i, bir müzik sokağında (The Lobby) açtı. Zemin katında bir pub ve tapas bar yer alıyor. Üst katta, The Silk Purse (Perşembe’den Cumartesi’ye kadar) İrlanda usulü malzemelerle servis ediliyor. Ispanaklı John Dory, sarımsak,  pırasa, safran ve nefis bir sos; pistachio ile kızarmış haloumi ve nar-ayrıca yolculuğumuz canlı müzik geleneğiyle devam ediyor.
Ballymaloe’nun beş-yıldızlı yemeği bir efsane, Tostun üzerinde Castletownbere istiridyeleri ve biftek. Nefis bir tatlı ile sonlandırabilirsiniz. Lezzetler harika.
Dennis Cotter’ın vejetaryen Café Paradiso’su da görülmeye değer. Avokado, Knockalara keçi peyniri ve narlı salata veya tarçınlı rhubarb önerilir.
Geleneksel İrlanda yemeği yiyip, geleneksel müzikler ve gösteri izleyebileceğiniz yerler var. Pırasa ve kabaklı patates püresi ve İrlanda güveci denemelisiniz. Clancys Bar ideal.
Ne Yapalım?
Biraz tırmanın, Quasimodo gibi Church Sokağı’ndaki St. Anne Kilisesi’nde bulunan Bells of Shandon’ı çalın. Bu bir Cork geleneğidir; ne yazık ki çok bilinmez. Buranın yakınında Butter Museum’u göreceksiniz. Gitmeyi unutmayın. Bu müzede eski Cork yaşamına bir göz atacaksınız, ayrıca yağdan yapılmış Firkin Crane binasını göreceksiniz.
Crawford Art Gallery’nin ise birçok heykelden oluştuğunu göreceksiniz.
English Market’ta keyifli bir alışveriş yapmayı unutmayın: Alternative Bread Company’den kepekli ekmek, On the Pig’s Back’ten harika peynir veya Sandwich Stall’da piknik… Sizce de güzel değil mi?
Ne Alalım?
Bir efsaneye göre, İrlanda’da minik cinler yaşarmış. Bu cinler, gökkuşağının en ucunda yaşar, bir şekilde bulundukları yerlere ulaşabilenlere yakalanırlarsa yine gökkuşağında sakladıkları altınları vermek zorunda kalırlarmış. Leprikon, (Modern İrlandaca: leipreachán, diğer kullanımları: leprechawn-lubberkin-lepracaun) İrlanda mitolojisinde İrlanda Adası’nda yaşadığına inanılan yeşil giyinen, ayakkabıcılıkla uğraşan küçük vücutlu cinler. İrlandalı mitoloji araştırmacılarının söylediklerine göre Celt ırkı insanların İrlanda adasına ayak basmadan önce burası Leprikonların ortak yaşam alanıydı. Leprikonlar ve diğer yaratıklar Celt ve Celt öncesi tarihin birer sembolüdür. İşte bu minik cinlerin heykellerini alın, çok sevimliler. El yapımı lezzetli İrlanda çikolatası alın. Geleneksel örgü giysiler alın. Keten ürünler alın. İçki alın ama en önemlisi İrlanda müzik CD’leri alın. Müzik çok etkileyici gerçekten; gitar, İrlanda davulu, keman, pipe, altı delik ahşap flüt (bundan ben de satın aldım), ince düdük, akordeon, banjo ve bunların nefis uyumu… Bu ara geçen yıl ülkemize de gelen dünyaca ünlü U2 grubu İrlanda’nın en tanınmış grubudur.
Bir yolculuğumuzda burada sona erdi. Hani şöyle sakin bir yerlerde tatil yapmak istiyorsanız Cork şehri tam size göre. Hele yazmak, çizmek istiyorsanız durmayın, kaçırmayın hemen hazırlıklara başlayın. İyi bakın kendinize, başka yazılarda başka diyarları keşfetmek üzere hoşça kalın, sevgiyle kalın…


19 Ocak 2012 Perşembe

YALAN DÜNYA

                                   YALAN DÜNYA
Bugünkü yazım, uzun zamandır beklediğim dizi Yalan Dünya hakkında. Avrupa Yakası’ndan sonra uzun bir süre ekranlarda görmediğimiz Gülse Birsel bomba gibi bir diziyle dönüyor.
Huzurlarınızda Kocabaş Ailesi!

            13 Ocak 2012’de başlayan dizide, İzmir’den İstanbul’a gelip, oynadığı bir dizide başrolde yer alan Deniz, kardeşi Bora ve arkadaşı Açılay Cihangir’de ev bulma arayışına girerler. Bu sırada Kocabaş Ailesi, yan dairelerini kiraya verirler. Bu fırsattan yararlanmak isterler; ama işleri o kadar kolay değildir.
            Kocabaş Ailesi’nde ise bir Rıza krizi yaşanmaktadır. Rıza, nişanlısı Nurhayat’tan ayrılmak istediğini söyler. Ne var ki kardeşi Gülistan, annesi Servet ve Nurhayat Rıza’nın yakasından düşmemeye kararlıdırlar. Rıza ise Deniz’e çoktan abayı yakmıştır bile.
Rıza, Nurhayat ve Deniz.

            Evin babası Selahattin ise eşi Gülistan’ı Tülay adlı bir kadınla aldatmaktadır. Tülay’a yan daireyi vereceğini söyler. Ta ki… Bizimkiler yana taşınana kadar.
            Evin en küçüğü Orçun (ve favori karakterim) depresif bir ergen ve bir keyif adamıdır. Duygu nedir bilmeyen bu çocuk, babası tarafından Reis adlı bir marangozun yanına çırak olarak gönderilir.
Reis'i Ömür Arpacı canlandırıyor.

            Bora’nın arkadaşı Emir’in de aralarına katılmasıyla eğlence başlar…
            Dizinin yönetmeni Jale Atabey Özberk. Başrollerde ise Gülse Birsel (Deniz), Beyazıt Öztürk (Rıza), Öner Erkan (Bora), Olgun Şimşek (Selahattin/Ahmet), Hasibe Eren (Gülistan), Sarp Apak (Emir), Nihal Yalçın (Açılay), Füsun Demirel (Servet), Ömür Arpacı (Reis), İrem Sak (Tülay), Gupse Özay (Nurhayat), Bartu Küçükçağlayan (Orçun) ve Altan Erkekli (Şehmuz) yer alıyor. Senaristliğini ise yine Gülse Birsel yapıyor. Müzikler ise Nil Karaibrahimgil'den...
Gökten dört elma düştü...

            Diziyi yaklaşık olarak iki haftadır bekliyordum ve aradığıma ulaştım desem yeridir. Oyunculuklar şahane, espriler zaten muhteşem. Sonunda dizimi buldum galiba. Bir insan bir dizide her saniye güler mi? Ben güldüm şahsen…
            Dizide şüphesiz favori karakterim Bartu Küçükçağlayan’ın canlandırdığı Orçun oldu. O yüz ifadesi nedir cidden. Buradan Bartu’ya sesleniyorum, artık seni görmek istemiyorum; çünkü her gördüğümde beni sırıtık bir insana çeviriyorsun. Ciddiyim. Hem de çok… Öpüşelim mi? ile bayağı güldüm bu arada.

            Gülse Birsel, Öner Erkan, Sarp Apak ve Nihal Yalçın tek kelimeyle harikalar. O dörtlüden kötü bir iş çıkmaz zaten. Hasibe Eren’i de Makbule rolünden sonra gördüğüme çok sevindim, oyunculuğu iyice gelişmiş. Ekrana çok yakışıyor.
(Saat yönünde) Gülse Birsel, Öner Erkan, Sarp Apak ve Nihal Yalçın.

            Beyaz da her zamanki gibi… Altan Erkekli ile Füsun Demirel’in ustalıklarını tartışamayacağım için yorum yapmam gereksiz sanırım.
            İlk bölümden diziye bağlandım dostlar. Tutmayın beni, Yalan Dünya’yı izlemem lazım!
Saygılar,
-Su Yılmaz-

16 Ocak 2012 Pazartesi

69. ALTIN KÜRE ÖDÜLLERİ/69TH GOLDEN GLOBES

69. ALTIN KÜRE ÖDÜLLERİ-2012
15 Ocak 2012 tarihinde –dün- 69. Altın Küre ödülleri sahiplerini buldu. İşte kazananlar:
Drama Dalında En İyi Film:
The Descendants
The Descendants

En İyi Yönetmen:
Martin Scorcese (Hugo)
Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu:
Meryl Streep (Demir Leydi/Iron Lady)
The Iron Lady'de Meryl Streep'i izliyoruz.

Drama Dalında En İyi Erkek Oyuncu:
George Clooney (The Descendants)
Komedi veya Müzikal Dalında En İyi Film:
The Artist
Komedi veya Müzikal Dalında En İyi Kadın Oyuncu:
Michelle Williams (My Week With Marilyn/Marilyn’le Bir Hafta)
Komedi veya Müzikal Dalında En İyi Erkek Oyuncu:
Jean Dujardin (The Artist)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu:
Octavia Spencer (The Help)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:
Christopher Plummer (Beginners)
Christopher Plummer, Beginners'taki performansıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülüne layık görülüyor.

En İyi Senaryo:
Paris’te Geceyarısı/Midnight in Paris (Woody Allen)
Yabancı Dilde En İyi Film:
Bir Ayrılık/A Separation
En İyi Müzik:
Ludovic Bource (The Artist)
En İyi Şarkı:
Masterpiece-Madonna (W.E)
Geceden Kısa Kısa:
*Meltem Cumbul, kısa ama öz bir konuşma yaptı. Konuşmasında barış mesajı verdi.
*Ricky Gervais’in sunuculuğunu yaptığı gecede Johnny Depp, George Clooney, Brad Pitt, Freida Pinto gibi isimler de ödülleri verdi.
*Gecede çoğu bayan zarif giysileriyle dikkat çekiyordu; ancak benim favorim kesinlikle Katherine McPhee’ydi (Donna Karan).  Onun dışında Charlize Theron (Dior), Emma Stone (Lanvin), Shailene Woodley (Marchesa), Claire Danes (J. Mendel).
Katherine McPhee

            Umarız ki Oscar Ödülleri de keyifli geçer… İyi günler dilerim!
-Su Yılmaz-
                            69TH GOLDEN GLOBES-2012
            On January 15th,2012 –yesterday- Golden Globes have gone to their owners! Here’s the list:
Best Motion Picture-Drama:
The Descendants
Best Director:
Martin Scorcese (Hugo)
Best Actress-Drama:
Meryl Streep (Iron Lady)
Best Actor-Drama:
George Clooney (The Descendants)
Best Motion Picture-Comedy or Musical:
The Artist
The Artist

Best Actress-Comedy or Musical:
Michelle Williams (My Week With Marilyn)
Best Actor-Comedy or Musical:
Jean Dujardin (The Artist)
Best Supporting Actress:
Octavia Spencer (The Help)
Best Supporting Actor:
Christopher Plummer (Beginners)
Best Screenplay:
Midnight in Paris (Woody Allen)
Best Foreign Language Film:
A Separation
Best Original Score:
Ludovic Bource (The Artist)
Best Original Song:
Masterpiece-Madonna (W.E)
Notes From The Night:
*Turkish actress Meltem Cumbul who has been acted in “Labirent” lately made a short but meanfull speech about world peace. (With  Mustafa Kemal Atatürk’s words…)
Meltem Cumbul

*With the hosting of Ricky Gervais, we have also seen actors and actresses such as Johnny Depp, George Clooney, Brad Pitt, Freida Pinto… presented the winners!
Charlize Theron

*At the night, there was the battle of dresses i guess; but my official and –for sure- favorite was Katherine McPhee with her Donna Karan dress. I also liked Charlize Theron (Dior), Emma Stone (Lanvin), Shailene Woodley (Marchesa), Claire Danes (J. Mendel).
Emma Stone

            I hope that Oscar Academy Awards gonna be cool, too. Have an awesome day!
-Su Yilmaz-