Sayfalar

30 Ocak 2012 Pazartesi

BÜYÜ DÜKKANI, BÜYÜ DÜKKANI’NDA İKİ ÇINAR, LORLU KURABİYE

Yeşim Türköz’ün birbirinin devamı iki kitabını bir çırpıda okudum. Birinci kitap Büyü Dükkanı:
Kimimiz düşlerle dost olur, düş kurar alabildiğine…Kimimiz düşlerden korkar; gerçeğe dönüş zor olur diye…Oysa düşlemin alacakaranlığı, hem gerçeğin, hem düşün dostudur. Orada oyun vardır; umut vardır; heyecan vardır; orada yaratıcılığın cesaret tohumları atılmaktadır. Neyin ne kadar “gerçek” olduğunun hiçbir önemi yoktur. Orada duyumsadığınızın, fark ettiğinizin kendisi bir “gerçek”tir artık. Sizin gerçeğiniz…

Büyü Dükkanı, hayatta istenebilecek her şeyin var olduğu, mucizevi alışverişlerin gerçekleştiği bir mekandır. Ünü ülkenin dört bir tarafına yayılmış olan bu dükkana gelen müşterilerin tek bir hedefi vardır: Kendilerine her şeyin vaat edildiği bu yerden, hayatta en çok istedikleri şeyi almadan ayrılmamak…Kimisi geçmiş yıllarını geri almak, kimi büyük bir aşk yaşamak, kimi de korkularından kurtulmak için oradadır. İsteklerine biçilen bedeli ödemeye çoktan hazırdırlar. Ancak Büyü Dükkanı’ndaki alışverişler kolay değildir. Çünkü usta satıcının bir kuralı vardır: Müşterisini dükkandan alabileceği en iyi şeyle göndermek…Yaşlı adam ile müşterileri arasında geçen sıkı pazarlıklar, hayata dair önemli sorgulamalar içermektedir.
Hayatta en çok istediğiniz şey, hayattan alabileceğiniz en iyi şey midir?
İkinci kitap, BÜYÜ DÜKKANI’NDA İKİ ÇINAR:
Birinci kitaptan farkı Büyü Dükkanı’nda satıcının geçmişe yolculuk yapmasını sağlayan küçük bir misafiri vardır. Birinci kitaptan farklı olarak satıcının da iç çekişmelerini, öyküsünü öğreniyoruz. Büyü Dükkanı’nda aldığımız şey almak istediğimizden sadece farklı değil, aynı zamanda daha fazla…Kahramanlarımız hayatta en çok istedikleri şey için, hayatlarından neleri çıkarmayı göze alırlar? Her hikaye de kendinizden bir duygu çıkıyor gün yüzüne. Babam sevdik vermeden sevdik alınmaz öğretisiyle büyüttü bizi. Bu kitaba göre doğru bir öğreti gibi gözükse de aslında işler her zaman böyle yürümüyor.
Sınırlar ve ayrılıklar olmasa öyküler bu kadar zengin olur muydu diye soruyor bize yaşlı satıcı. Çoğu zaman düşünmüşümdür, yaşamımıza giren her farklı insan bir renktir bizim için. Başka türlü işlenmezdi hayatımız, tek renk, tek öğreti ile.
Evde anneme sordum, en çok istediğin şey ve bunun için ne verirsin diye. Annem kız kardeşimin bir dileği için çok sevdiği mesleğinden vazgeçebileceğini söyledi. Babamın uğruna bir şeylerini vereceği bir dileği yoktu. Ben egolarımdan, kibrimden arınmak için ne verebilirim biledim. Sayın Yeşim Türköz’ün değişik bir psikoterapi yöntemiyle yaklaştığı kitabının düşündürdükleri ve etkileri gerçekten okunmaya değer.
Kitaptan beğendiğim ve düşündüğüm yerleri yazmak istiyorum size:
Yetişkinlerin dünyasında, her bir figürün, orada görünen dışında, pek çok sembolik anlamı oluyordu… Kalp aşkı, yılan kötülüğü simgeliyordu…
Göz sahibine göre hareket eder ve özel olarak eğitilmezse gerçeğin kendisini değil, kendi arşivindekileri görür. Yani geçmiş deneyimlerinizin size öğrettiği kadarını görmeye devam edersiniz. Oysa baktığınız her yerde yepyeni bir gerçek vardır. Evet, çoğu zaman gerçekleri değil hep aynıyı görüyoruz, aynı bakış açısı. Açıyı asla değiştirmiyoruz. Gördüğümüzle yetinmeyip, daha iyi bakıp göremediklerimizi görmemiz gerekli.
…Zamanın sonsuz ama yaşamın sınırlı ve kusurlu olduğu gerçeğini kabullendikçe, çaresizlik duygularınızdan kurtulursunuz çünkü çare yoksa çaresizlik de yoktur…
Başkaları sizin aynanızdır. Aynaya en çok ihtiyaç duyduğunuz anlar ise kendinizi iyi görmek istediğiniz anlardır.
Hayat talepkardır. Sizden büyümenizi ister. Çocukluğu bırakmanız karşılığında size bilgi, deneyim, beceri vaat eder. Büyümek güzeldir ama hayatla iyi bir pazarlık yapmazsanız zararlı çıkarsınız. Çünkü bunlar vitrine konulanlardır. Sonradan tezgâhın altından, sorumluluklar, kayıplar, acılar da çıkar.
Böyle güzel öğretilerle gidiyor kitap… Şimdi annem okuyor kitapları, onun yorumunu merak ediyorum, değişik bakış açısı vardır ve şaşırtır bizleri.
Kitap yorumlarımdan sonra daha önce denediğim ama uzun süredir yapmadığım lorlu kurabiye tarifi vermek istiyorum. Kitap kokusu, evi saran kurabiye kokusu, bu mevsim nergis kokusu, fırından yeni çıkmış ekmek kokusu, bebek kokusu, aşkımın koynunun kokusu, kıztoşumun her kokusu… Haydi kolay gelsin…

İZMİR USULÜ LORLU KURABİYE
Arkadaşım Emine ile konuşurken aşerdik ve canımız lorlu kurabiye istedi. Kafaya koydum tarifi buldum ve kıztoşumla denedik ve eşimden şöyle bir yorum aldım, lütfen Aylin bir daha yapma, yedikçe yiyesim geliyor, tehlikeli dedi. Gerçekten çok hafif ve çok güzel bir lezzet, deneyin derim. Evi saran nefis kokusu da bu kış gününde hepimizin yüreğini ısıtıyor. Mis gibi bir koku…
Malzemeler;
½ kilo tatlı lor (tüm marketlerde bulunuyor),
3.5 su bardağı un(eleyerek)
2.5 su bardağı şeker,
250 gr. tereyağı ( oda sıcaklığında),
2 adet yumurta (birinin beyazını ayırın),
1 paket kabartma tozu,
1 paket vanilya.
Şeker ve yağ krema kıvamına gelinceye kadar yoğurulur. Diğer malzemeler ilave edilir,  hamur elde edilir. Ceviz büyüklüğünde toplar yapılıp, önce ayırdığınız yumurta beyazına ve daha sonra şekere batırıp 170 derecede 30 dk. pişirin.
Hayattan keyif alın ve keyif aldırın, hayatınızın güzel kokuları eksilmesin…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder