Sayfalar

13 Temmuz 2012 Cuma

ALMODOVAR TEOREMİ-ANTONI CASAS ROS


Viyana’ya gelirken yanımda bir dolu kitapla geliyorum. Bunlardan biri 2008 basımı 2008’de İspanya’da en iyi roman seçilen benim bu yıl Antalya Kitap Fuarı’ndan aldığım Antoni Casas Ros’un Almodovar Teoremi. Kitabın arkasında dediği gibi otobiyografiyle kurmacanın, edebiyatla sinemanın, matematikle şiirin, fizikle müziğin, Newton’la Almodovar’ın iç içe geçtiği ilginç bir roman. Aslında bu romanı birkaç ay öncesinde Türkiye’de ilk yüz nakli yapılırken okumalıymışım. Bir yüz yaratmaktan daha heyecan verici bir şey yok diyen Lisa’nin duyguları Türkiye’yi aylarca kasıp kavurdu. İlk yüz nakli yapılan kişi on-on beş yaş büyük yüzü çevresinde şimdiye kadar görmediği ilgi hatta görünmezliğini inadına göstermek istercesine gururla ortalıkta salınmaya başladı. Onun bir yüzü vardı sonradan onun olsa bile. O yüzün üstünde ve altında dram yatsa bile. Biz hep operasyonun başarısını konuştuk oradaki ben de varım bakışını unuttuk.
Kitabın öyküsüne gelirsek; Antoni Casas Ros, gençliğinde faşizme "yardım ve yataklık" etmiş mühendis bir baba ile matematikçi, solcu ve İtalyan bir annenin oğlu. Onun tabiriyle hayatlarının denklemini çözmeyi başaramayan bir çiftin oğlu. Babasının acımasız gençliğini anladığı ilk anda annesi ile evi terk etmeyi tercih ediyor. Annesinin dansı, edebiyatı, romantizmi ve matematiği iç içe geçiren özgün dünyasında büyüme ve ondan her birini devralma şansına sahip oluyor devamında. Üniversitede başarılı bir matematik öğrencisiyken, bir gece aniden yola fırlayan bir geyik, alkolün etkisiyle korkunç bir trafik kazası, kazada ölen sevgili, yok olan bir yüz ve uçup giden hayaller… Bu noktadan sonra kendisini bir insana bir yüzü düşündürecek, titreşmiş bir fotoğrafım ben diye tanımlıyor.

Matematik sevgisini yüzünü görmeye katlanamayacaklarını düşündüğü öğrencilerine internet aracılığıyla ders vererek gideriyor. İnsanlar onu görmesinler diye gece yarıları dolaşıyor şehrin sevdiği mekânlarında. Onun yalnızlığına bir tek Almodovar iyi geliyor. Onun hikayesinin sadece bir Almodovar senaryosu ile anlatılabileceğine inanıyor. Öyle ki hayalini kurduğu, Almodovar kahramanlarının umutsuzluğu ve enerjisi aracılığıyla gördüğümüz o bakış genişliği olacaktı diyor.  Bir gün Lisa'yla, bir transseksüelle tanışıyor. Lisa güzel ve yumuşacık. Lisa’yı anlatırken kromozomları kandırmak ve kendine erkekleri çekecek bir cinsiyet icat etmek, ne oyun ama diyor. Newton’un terimleriyle söylemek gerekirse isimlendirmelere kayıtsız kalmış organının hem yanılsaması hem de varlığını sunacak kadar büyücü olan biri. Belirsizlik bütün belirli gerçeklerden daha tahrik edici bu andan sonra. Lisa kendi yaralarını, Antoni'yi iyileştirmeye çalışarak, ona yalnız olmadığını ve estetik cerrahinin acılı yollarına başvurmadan da yalnızlık korkusundan kurtulabileceğini göstermeye çalışıyor. Yalnızlıktan kurtulmak cesaret istiyor ve Lisa'nın asıl işi Antoni'ye cesaret vermek. Ama başka bazı şeyler daha da fazla cesaret istiyor, çünkü yüzünü görmek istemeyebileceklerden saklanırken görüp de söylemeye cesaret edemediğimiz ya da aslında birazcık da görmeye bile üşendiğimiz kimi şeyleri pat diye vuruyor olmayan yüzünün ardından var olan yüzlerimize…

Kitap ilginç ve sürükleyici. Kitapta beğendiğim ve düşündüğüm yerleri paylaşmak istiyorum;
Yüzü olmayan bir adam belgisiz bir zamirdir.
Bir varlığa sahip olma gerekliliği bir kere uçup gitmeyegörsün, nesneler duygusal değerlerini yitirirler.
Bir damla gözyaşı bile deniz seviyesini yükseltmeye yeter. Ölçülemez ama bu bir gerçek.
Bazı şeyleri ancak bir daha göremeyeceğimiz kişilerde affedebiliriz. Affetmek bazen affettiğine yakın olmayı kaldırmaz.
Bir şeyin özüne neden aşık olunmaz? Her zaman şekle aşık olunur ama şekil başka bir şeyin görünüşünden başka bir şey değildir.
Zihin hiçbir şeye benzemeyen bir çerçeveden, yenilikten, yegane bir andan korkar.
Yeterince uzun süre baktığımız şeyden nefret edemeyiz, onu küçük göremeyiz. Korkunç bir şeyi güzelliğe çevirmek için ona yeterince uzun süre bakmak yeter. Öldürmek bakmayanın işidir. Diktatörlerin ilk önce canavara benzer insanları, sakatları, delileri, düşünürleri ve sanatçıları öldürerek işe başladığı dönemler oldu tarihte; onların bakışını öldürmek istediler. İnsanlık, dünyayı görebilenleri öldürdü hep. Diktatörler sabit bakışlıdır. Kendilerinden başka hiçbir şeyi görmezler, şöhretin en tepesine sabitlenir onların gözleri. Hepsi bu gözbebeği felcinden mustariptirler.
Görünmeyeni denkleme koyabileceğimizi sanırız. Büyük ressamlar her zaman hilkat garibelerini, canavarları sevmiştir. Sadece neoklasik ressamlar ahengin, uyumun büyüsüne kapılmıştır. Kaos, kat edilmeye değer tek alandır. Kaosta bütün neoklasiklerin bilmediği bir tür tesadüfi zarafet vardır. Kaos kendini en keskin düzen, mükemmellik, ahenk arayışında gösterir.
Neyse ki Eski Mısırlılar, Hintliler ya da Babilliler (kimin bulduğu hala kesin değil) sıfırı bulmuşlar. Bizi teklik ve çiftlik arasındaki zıtlıktan çekip çıkartmak için.
Neden on sekiz yaşında isyankar, otuzunda ılımlı, kırkında geri dönüştürülmüş oluyoruz?
Hayaller kurulabilir, gökyüzü arzulanabilir, hafızada binlerce enfes anı canlandırılabilir; ama bir bedenin bir ötekini arayışının yeri nasıl doldurulabilir?
Bu kitabı okurken Almodovar’ın Tarantula adlı romanından uyarlanan İçinde Yaşadığım Deri filmi aklıma geldi. Roman 2005 yazımı, film 2011, bu kitap 2008. Etkilenmeler söz konusu olabilir, kim bilir?

İşte böyle yüzün, görünüşün her şey olduğu bir dünyada, Almodovar Teoremi “çirkinliği güzelliğe çeviren bakışın gücü” üzerine kurulu enfes bir kitap. Şiddetle öneririm. Hayatınızdaki güzelliklere…


1 yorum: