Şimdi Londra’da Olimpiyatlarda olmak vardı. TV karşısında bu kadar heyecanlı ve zevkli izlendiğine göre canlı nefis olurdu. Görkemli açılış hepimizin hoşuna gitti ve bir dolu tweet attık, Türkiye’de nasıl olurdu muhabbetleri yaptık. İngilizler görsel bir şölene dönüştürdükleri tarihleri ve buluşlarıyla oldukça etkileyicilerdi. Çocuklara, sağlığa ve gençlere verdikleri önem de ayakta alkışlanacak cinstendi. Neyse lafı uzatmıyorum bu vesileyle Antalyaface Dergisi Haziran sayısı için yazdığım Londra yazısını paylaşmak istiyorum sizlerle…
Fonda Adele’den “Someone Like You” çalıyor ve ben Londra’dayım. Adele: “Dün bizim günümüzdü… Aşk bazen devam eder, bazen acıtır… Sana benzer birini bulabilirim” diyor. Yağmur yağıyor. Heyecanlıyım… Sokakları, insanları, asilliği heyecanlandırıyor beni. Nefis bir şehir, bir tık önde bir şehir. Duygulu ve modern şehir Londra. Londra’ya her gelişimde duygularım aynı. Burası dünyanın başkenti, kalbi adeta. Sanatla iç içe olmak için, tüm zamanların önüne geçmek için her yıl Londra’da bir hafta geçirmek gerek.
Hele bu yaz Londra’da olmak için önemli bir bahanemiz var, Olimpiyatlar 64 yıl aradan sonra yine Londra’da. Olimpiyatlar için Olympic Park açılıyor. Bir biyomühendislik şaheseri olan parkta, doğal habitatlar oluşturulmuş ve iklim değişikliğine karşı yeşillendirilmiş. Bu post-endüstriyel atık alanı yeniden doğmuş gibi. Zaten bu şehirlerin akciğeri görevini gören parklarına hayranım. Hyde ve Green Park şehri boydan boya kesiyor ve size nerede olduğunuzu fısıldıyor. Zamanı durdurup bir kahve ve kitap molası kadar dolu dolu oksijeniniz var. Koşuşturmalardan uzak o an siz kimseye ait değilsiniz. Nefes alıyorsunuz ve gözünüz yemyeşil bakıyor. Bu arada Olimpiyatlar 27 Temmuz - 9 Eylül boyunca sürecek ve Trafalgar Meydanı’nda ve Hyde Park’ta kurulan dev ekranlardan izlenebilecek bilginiz olsun.
Peki, Londra deyince ne geliyor aklımıza? Benim aklıma asalet, kraliyet, İngilizce, İngiliz aksanlı filmler, asil insanları, çay, sanat, moda geliyor. Hmm, bir de underground yani metrosunda her durakta tekrar eden “mind the gap” sözü…
Londra’ya çok kısa sürede hâkim olmak için öncelikle turist olmayı öneriyorum. Bir otobüs turu alın ve bütün gün in-bin gezin Londra’yı. Turlar genellikle Trafalgar Meydanı’ndan başlıyor, Westminster Abbey ilk durak oluyor. Burası kraliyet düğünlerinin yapıldığı mekan. Prens William & Kate Middleton’ın düğünü çok popüler bu yıl buralarda. Big Ben’de kocaman gülümseyip bir “face pozu” çekin. Tower Bridge’i yürüyerek geçin, oralarda bir kafede oturun, mesela AskItalian olabilir ve kendinize onların dizayn kadehleriyle bir şeyler ısmarlayın. Köprüden inmişken, Tudors sahnesinde kendinizi hayal edip Tower of London’ı gezin derim. Tur sırasında saat 10:30 gibi Buckingham Sarayı’nın oralarda olun ve geleneksel asker değişimini izleyin. Sonra bu Saray’ın içinde ki medeniyetin asaletini hayal edin. Bu yıl yıldönümü kutlanıyor, Ağustos - Eylül ayları arasında Buckingham Sarayı’nda kraliyetin görülmemiş mücevherleri sergilenecek. Hemen Buckingham Sarayı’nın Hyde Park köşesinde Piccadily Caddesi’nde Hard Rock Cafe’de bol kalorili hamburgerinizi yiyin vicdanınız sızlamadan, zira çok yürüyüp yakacaksınız bu kalorileri.
Tur boyunca müzelerin olduğu bölgede inip Albert Hall, Natural History Museum, Victoria & Albert Museum ve Science Museum’ı gezin derim. Leonardo da Vinci Anatomy Animals vardı bu gidişimde. 31 Mart-12 Ağustos “British Design 1948-2012” Brownie fotoğraf makinesinden Jaguar E-Type otomobiline, 300’den fazla İngiliz tasarımını görebilirsiniz. Natural History Museum’da 6 Nisan-16 Eylül arasında sergilenen Animal Inside Out sergisini kaçırmayın derim. Özellikle Science Museum’da ilginizi çekecek çok şey bulacaksınız. British Museum farklı bir bölgede; ama orada da inip gezin derim, zira Mısır’dan daha çok mumya göreceksiniz.
Hazır bu bölgedeyken Harrods Mağazası’na uğrayın. Bu görkemli mağazanın her katı muhteşem. Özellikle en üst katında her daim açılan sergileri kaçırmayın. Biz gittiğimizde tüketiciliğimizin boyutunun son kareleriydi konu. Swarovski taş kaplı bir kadın vücudunun baş bölümü milyonlarca renkli enjektörden oluşmuştu. Ayak izlerimizin doğallığı çiğnenerek ve tüketilerek yok ediliyordu. Harrods’ın kitap bölümünde kendinizi kaptırıp bolca kitap almadan edemiyorsunuz, uyarırım. Hediyelik bölümünden mutlaka Harrods yazan bir şeyler alınıyor bu arada. Daha önce bu mağazada ve Londra’da Lady Diana etkilerine rastlıyordunuz, şimdi ise Kate Middleton her yer. Harrods Mağazası’nın karşısında ki National Café çok keyifli. Bir şeyler yiyip içmek için ideal bir mola yeri.
The London Eye konusunda kararsızım, ben binmedim; ama kimileri binmeden olmaz tüm Londra’yı tepeden görmek heyecan verici diyor. Karar sizin…
London Eye |
Shakespeare’s Globe durağı önemli. Özellikle geçtiğimiz günlerde Haluk Bilginer ve Zerrin Tekindor’un birlikte oynadığı Antonius ve Kleopatra oyunu Shakespeare’s Globe Theatre’de Türkçe sahnelenen ilk oyun olarak tarihe geçti. Nisan-Kasım ayları arasında Dünya Shakespeare Festivali var. Romeo ve Juliet’in Sünni-Şii yorumu da dâhil olmak üzere, büyük şairin onlarca oyunu Britanya çapında sahnelenecek. Hemen yanında Tate Modern, Modern Sanat Galeri’ye uğramayı unutmayın!
Yine aynı bölgede Londra Köprüsü’nün bir ayağında yükselen ve bu ay açılacak olan mimar Renzo Piano tarafından yapılan The Shard 310 metrelik kule olarak Batı Avrupa’nın en yüksek binası olacak. Fotoğraf karesine sığdıramıyorsunuz.
Regent’s Park’ın köşesinde bulunan Madame Tussauds Müzesi’ni ziyaret edebilirsiniz zira tüm dünyadaki en iyi Madam Tussauds Müzesi. Londra tarihine de hâkim oluyorsunuz.
Turistik turunuzu Thames Nehri turuyla sonlandırabilirsiniz. Güzel bir tecrübe nehir boyunca Londra’yı selamlamak. 3 Haziran’da Thames River Pageant Kraliçe’nin jübilesi için nehirde düzenlenecek geçit töreninde, kraliyet yelkenlisi önderliğinde 1000 tekne boy gösterecek.
Gelelim Londra’da Londralı gibi yaşamaya:
Metroyla siyah hatta bulunan Camden Town’a giderek başlıyoruz Londralı gibi yaşamaya. Bu semtte Freud veya Charles Dickens’ın izlerini aramak, farklı butiklerinden alışveriş yapmak, sokakta cıvıl cıvıl dolaşmak çok keyifli. Charles Dickens demişken, Aralık ayına kadar devam edecek “Charles Dickens Bicentennial” etkinliklerine katılabilirsiniz. Charles Dickens’ın 200. doğum yıldönümünde bir dizi film, yürüyüş ve söyleşiler olacak. Londra’nın meşhur, geliri kanser araştırmalarına (cancer research) giden ikinci el dükkânlarını karıştırmak çok heyecan verici bu semtte. Minik minik aldıklarınızın sonucuna kendinizde inanamıyorsunuz. Sokak modası harika. Hiç kimse birbirinin benzeri değil. Herkes tarz ve güzel.
Metroda kırmızı hat ile yeşil hattın kesiştiği köşeye Notting Hill’e mutlaka gidin, özellikle bir Pazar günü. Açılan Nothing Hill antika pazarında gönlünüzce dolaşırken 1999 yapımı Julia Roberts ve Hugh Grant’ın başrollerini oynadığı “Nothing Hill” filmini hatırlayın. Londra deyince ilk aklıma gelen bu tipik aşk filmi nasıl da içimi ısıtır… Kişisel tarihimde en sevdiğim filmlerindendir nedense. Belki de Londra’yı ilk ziyaretimden kısa süre sonra vizyona girmesi ve her Pazar gittiğim sokakları bana hatırlatması bunda etkili olmuştur. Gerçi bu gidişimde “The Iron Lady” Margaret Thatcher’ın hayatının geçtiği sokaklar, evi vs. dikkatimi çekti Buckingham Sarayı’nın yakınlarında. Her film şehirleriyle kazınıyor hafızalarımıza…
Metroda yeşil hat Tower Hill’de inip, Design Museum’u bulun. Design Museum’da mimari, dijital, moda, mobilya, grafik, üretim ve ulaşıma dair birçok tasarım buluyorsunuz. Guardian’ın iPad dizaynından Vivien Westwood’un Etnik Afrika Koleksiyonu’nu, Louboutin’in ayakkabı üretimlerini görebilirsiniz. Örneğin depreme dayanıklı bir sıra ve dizayna dair bilmeniz gereken her şeyi kapsıyor bu müze. Müzenin satış mağazasından da çok farklı şeyler alabiliyorsunuz.
Pazar günü Covent Garden’da Apple Market’a takılın. Küçük ama görkemli butikleri ve markaları bulabilirsiniz bu semtte. Sokağa açılan yarı kapalı pazarda çok orijinal şeyler bulabiliyorsunuz. Mesela ben bahçem için minik minik bir sürü aksesuar satın aldım. Buradaki butiklerden aldığınız ayakkabılar iki sene sonra moda olacak emin olun. Bu arada Naomi Campbell burada keşfedilmiş. Akşama kadar bu semtte takılıp biraz aşağıya inip bir müzikal izleyin derim. Mesela Shrek’i, yeşil dev adamı izlemek size çok keyif verecek. Eğer müzikal izlemezseniz Covent Garden’dan biraz yukarı semte yürüyüp Soho’yu keşfedin. Barlara takılmak günün yorgunluğunu alacak.
Shrek müzikali |
Peki, Londra’da ne yenilir derseniz?
Öncelikle İngiliz Kahvaltısı (koca bir tabakta yumurta, sosis, domates, fasulye, tost ve mantar) deneyebilirsiniz. Biraz ağır; ama denemedim demezsiniz. Londra’nın en meşhur yemeği fish and chips (balık ve patates kızartması) her yerde yiyebilirsiniz, aşağı yukarı aynı lezzet. Shepherd’s Pie popüler yemekleri. Kuzu eti, bezelye, havuç, soğan üzerine patates püresinden oluşan bir yemek. Kuzu eti ve bifteğin sebze ve et suyuyla servis edildiği Yorkshire pudding yiyebilirsiniz. Tabii tüm dünya mutfaklarını deneyebilirsiniz bu nefis şehirde. Biz Trafalgar Meydanı’nda otelimizin karşısında ki Prezzo Italian Restaurant’a abone olduk mesela. Harrod’s Mağazası yakınlarında Knightsbridge Green’de Ristorante Italiano Signor Sasi’de mutlaka ama mutlaka bir akşam yemeği yiyin.
British breakfast |
Londralıların bu ara gözde mekanı Soho’daki Miskin’s. Yine Soho’ya gitmişken Patisserie Valerie tatlılarını deneyin derim. Zaten beş çayı için ister istemez mola verip bir çay ve tatlı yiyorsunuz buralarda. Bu aralar Lady Grey çayı çok popüler, bergamut ve portakal kokusuna âşık oluyorsunuz. Eve, size Londra’yı hatırlatan Lady Grey çayı ile dönmek iyi bir fikir.
Gelelim Alışverişe…
Londra’nın her yerinden bir şeyler alabilirsiniz ama Oxford Caddesi tüm mağazaların olduğu bir cadde. Tüm gününüzü orada geçireceğinizi garanti ederim. Ben genelde gittiğim ülkelerin kendi markalarını seviyorum. Oralardan alışveriş yapıyorum. Türkiye’de bulabileceğim markaları tercih etmiyorum. Her gittiğimde bir günüm bu caddede geçiyor. Farklı, tarz şeyler buluyorum. Primark ucuz kaçış noktası, bir göz atın derim. Aslında yeni yapılanan farklı semtlerde dolaşıp alışveriş yapmayı daha çok seviyorum. Mesela King’s Cross’un kuzeyindeki Barnsbury moda ve tasarım merkezi. Chelsea’deki King’s Road’un batı ucu World’s End bohem, şık mahalle. Buralarda alışveriş yapmak ve keyifli molalar vermek iyi bir tecrübe. Londralı kadınlara sormuşlar alışveriş mi? cinsellik mi? diye onlar alışveriş demiş, anlayın ne kadar alışveriş sevdiklerini. Bu arada cinsellik onlar için tabu değil ve asla takılmıyorlar titrinlere.
Cok keyifli anlatmissin, bence seninle gezmek gerek :-)
YanıtlaSiltsk ederimmmm:))))
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş, ilerleyen günlerde benim için kaynak niteliğinde olacak :) twitter'dan görmüştürsünüz Aralık ayında becerebilirsek Aralık kalabalık ve gürültülü bir grup halinde Londra'ya gitmeyi planlıyoruz. Şimdiden gezi programını hazırlasak iyi olacak :) Bir de bir haftada nasıl gezeceğiz bu kadar yeri bilemiyorum???National Gallery'de ben iki gün harcayabilirim :)
YanıtlaSilGitmeden sevmeye başladık Londra'yı ;)
:))) beni motive ediyorsunuz, yagmurluk ve kalin seyler almayi unutmayin...Londra her mevsim yagmurlu ve soguk. En sevdigim sehirlerden biri. Goreceksiniz eksik anlatmis diyeceksiniz ve cok seveceksiniz...
YanıtlaSil