Bir arkadaşımın tavsiyesi ile Murat Renay’ın “Söylenmeyen” kitabını okudum, bugüne kadar yazılmış en cesur homoseksüellik kitabıydı. Günlerce kitapla yatıp kitapla kalktım. Çok düşündüm ve gay kavramını, toplumumuzdaki yerini irdeleyen bir yazı yazmaya karar verdim. Kitaptan bahsetmeliyim, uzmanlara sormalıyım, farklı meslek grubundaki gay arkadaşlarımla konuşmalıyım ve böyle bir dosya oluşturmalıyım dedim.
Eşcinsellik uzun yıllardır bilim çevreleri de dahil olmak üzere bir kimlik bozukluğu, hastalık, sapıklık gibi olumsuz ifadelerle tanımlanmıştır. 1974 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği ve daha sonra 1992 yılında ICD (International Classification of Diseases) homoseksüelliğin ruhsal bir bozukluk olmadığı kararını almışlar ve bu kavramı hastalık sınıflandırmalarından çıkarmışlardır. Ancak bugün bile bu konu, halk arasında, politikacılar arasında ve bilim çevrelerinde tartışılmaktadır. Oysa antik Yunan’da kadın sadece üreme aracı olarak görülürdü. Erkeğin erkeğe duyduğu aşk derindi, bu normaldi.
Murat Renay’ın kitabında; “Kendinizle ilgili ciddi bir karar verdiğinizi düşündüğünüzde sizi yakınlarınız bile tam anlamıyla içine almıyor, kararınızı desteklemek bir yana, o karara saygı bile duymuyorlar. Siz en yakınlarınızdan kabul göremezken, toplum da sizi kolay kolay kabul etmiyor tabii. Eşcinsel olduğum için değil, insan hangi kararının arkasında durursa dursun kabul edemesek de saygı duyulmak istiyor” diyor. Çok takılıyorum bu paragrafa, neden kabul etmiyoruz. Acaba yakınlarımızın bu tercihinin onları mutlu etmeyeceğini mi düşünüyoruz? Konuştuğum gay arkadaşlarımın hiçbiri çocuklarının gay olmasını istemiyor. Bir arkadaşım; “Şimdilerde rahat, eskiden daha saklı yaşadık” diyor. Konuştuğum bir gay annesi; “Korkuyorum mutsuz olmasından, toplumda dışlanmasından, kullanılmasından. Ekonomik özgürlüğünü kazansın tüm kararlarına saygılıyım” diyor. Bu tabii marjinal bir örnek, ailelerin kabul etmesi zor oluyor genelde. Normal anlayışları aslında toplum baskısı, evlensin, çoluk çocuk sahibi olsun gerisi önemli değil. İşte bu yüzden bir arkadaşım tam on yıl eşinin gay olduğunu bilmeden evli yaşıyor. Yardım almadıkları psikolog kalmıyor, çocukları var ama bir şeyler yolunda gitmiyor. Yine Duygu Asena ile ölmeden önce yaptığımız sohbetlerin birinde o kadar çok gizli yaşayan var ki demişti… “Paramparça” kitabı bu anlamda okuduğumuz ilk kitaptı herhalde… Renay kitabında; gün geldi kendimi kabul ettim, gün geldi olanları hazmettim. O gün bugündür beni mutsuz, yalnız, acınası sananların tahmin ettiğinden çok daha mutluyum, daha rahatım ama o günün gelmesi pek kolay olmadı diyor. Kitabın sayfalarında onun yaşadıklarını okudukça gay olmanın hiç de kolay olmadığını görüyoruz.
Sohbet ettiğim arkadaşlarıma mesleki bir soru soruyorum, çocuk yetiştirmek nasıl bir duygu, gay olarak, ne düşünüyorsunuz? Aslında bunu Amerika’da çalıştığım tüp bebek merkezinde düşünmüştüm, gay çiftler gelip donasyonla bebek yaptırıyorlardı. Tabii çok ilgimi çekti, hatta markette bir gay çiftin bebekleriyle gezmelerine ve onunla ilgilenmelerine de tanık oldum. Son günlerde seyrettiğim “The Kids Are All Right” filminde Amerika’nın çok yol kat ettiğini, işlerin bizde böyle olmadığını görüyorum. Filmde gerçek anlamda çocukların keyfi yerinde, çok da iyi yetiştirilmiş çocuklar… Aslında bir gayin kendini ve çocuğunu korumak zorunda kalarak çocuk yetiştirebileceği bir Türkiye artık oluştu, ancak bir gay çift olarak ya da gay evliliğinde çocuk yetiştirmek maalesef bu ülke koşullarında çok kolay değil. Bir arkadaşım; İki sene önce özel okullardan birine çocuklarının kaydını yaptırmaya çalışan boşanmış bir çiftin (gaylik ile hiç alakası olmayan) anne, baba ve çocuk üçlüsünde tek tek, beraber ve her türlü kombinasyonda “mülakat” a alındığı (her ikisi de eğitimli doktor ve okulun 20 küsur bin liralık yıllık ücretini verebilecek düzeyde) bir ortamda açıkçası ben cesaret edemedim bu şövalyeliğe dedi. Hatta bu nedenledir ki senelerce yurtdışında yaşamış ve çocukluğundan beri tanıdığı (3 kuşak hem de) bir arkadaşı Türkiye’ye yerleşip bir gün ona ben gay im dediğinde ilk tepkisi “çok üzüldüm, çok zor bir yol bekliyor seni” olmuş. Ülkemizde sperm donasyonu ile bebek sahibi olmak normal evli çiftler için bile yasal değil. Evlat edinme konusunda da altyapı maalesef hazır değil diye düşünüyorum... Oysaki 1994 senesinde donör spermin, sosyal güvencenin çok yüksek olduğu Hollanda’da kabul edilme nedeni bir sene önce gay çiftler tarafından evlat edinilebilecek çocuk sayısının sadece 1 adet olmasıydı.
Benim her zaman ilgimi çeken bir konu; Acaba gaylerin hepsi de zeki olduğu için mi arayış içindeler? Ama işte bizimkilerin cevabı “Hayır, sadece tüm uyaranlara uyanık olmalıyız”. Bir arkadaşım bu konuyla ilgili bir anısını anlattı. Geçenlerde hep birlikte sohbetteyken arkadaşlarla birisi seneler öncesinden öyle detaylar hatırladı ki inanamadık... Gerçek fil hafızası yani. Kendisi 6 yaşındayken yaşanan bir olayda eniştesinin kıyafetini ablasına anlatmaya başladığında kız korku filmi sahnesinde hissetmiş kendini. Buna benim yorumum ise tipik gay fil hafızası oldu. Gayler, özellikle de küçüklüklerinde bunu fark etmiş olanlar, o kadar çok bilgiyi yüklüyorlar ve onu kendilerine gelebilecek olası bir saldırı olduğunda kullanmaya hazır oluyorlar ki hafızaları inanılmaz oluyor. Bunu o akşam 4 gay tartıştığımızda sonuçta herkes hemfikir oldu. Bir başka bilimsel çalışmaya davet…
Benim ilgimi çeken bir nokta da gay çiftlerde sıfatların önemli olmaması, yine sorduğumda aldığım cevap hissetmemiz ve hoşlanmamız yeterli. Özellikle düşünce bazında haz odaklı arayışımız, bu çok ilginç. Biz kadınlar daima sıfat ararız…
Aslında Gey; dilimize İngilizce bir kelime olan gay’den girmiş ve Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “erkek eş cinsel” olarak tanımlanmıştır. İngilizce'ye de Eski Fransızca'daki "gai" kökeninden geçmiştir. Dil bilimsel olarak ise erkek veya kadın eşcinsel anlamına gelmektedir. Aslen "neşeli, umursamaz" ve "canlı, renkli, gösterişli" anlamlarına gelen gay tabiri 1960'lı yıllardan itibaren erkek eşcinseller tarafından kendilerini tanımlamak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır. İngilizce'deki gay kelimesinin diğer anlamlarında kullanımı da zamanla yok olmaya yüz tutmuştur. Vikipedi gay tanımlaması bu. Neşeli, umursamaz… Başka bir gay arkadaşım gayleri hep eğlenen, hep umursamaz görüyor toplum demişti tam bu tanımdaki gibi. Oysa bizlerin de sorunları, kaygıları, duyguları var demişti. Sinema eleştirmeni bir gay arkadaşım da eğer maddi olanakların iyiyse gayliğini sorunsuz yaşıyorsun ama maddi problemlerin varsa sadece kullanılıyorsun demişti.
Sevgili Murat’ın kitabından bir ayrıntı daha; Bir erkeğin başka bir erkeğin elini tutup gezmesinin kime zararı var? diye sorguluyor. Kimi, ne şekilde kötü etkileyecek veya neden nefret duyguları uyandıracak bir hareket yapıyoruz ki bu yüzden hakarete, sözlü ve fiziksel tacize uğruyoruz? Homoseksüeller yüzünden insanlar tesir altında kalıyormuş, bu bir hastalık değil ki bulaşsın. Katılıyorum kesinlikle, eğer birlikte yaşamayı öğrenmez ve gömersek, yasaklarsak cazip hale getiririz. Görmezden gelmek, yok saymak onun olmadığı anlamına gelmez ki. Çocuklarımıza bunun normal olduğunu algılattığımız zaman gelişiriz, takılmayız. Kızımı büyütürken teletabiler vardı. İçlerinden mor olan Tinky Winky (hani elinde kadın çantası, kafasında üçgen işareti olan) gay bir yaşam yaşardı. Bence gelişmiş toplumlarda doğallık daha bebekken empoze ediliyor. Oysa birçok ülkede gayliği özendiriyor diye yayınlanması yasaklandı. Belki o zaman töre cinayetleri ve şiddetin önüne geçebiliriz. Hoşgörü…
Amerikalı ünlü sanatçı Patti Smith, Robert Mapplethorpe ile 1970’lerde yaşadıkları unutulmaz o masalsı aşkı anlattığı kitabı “Çoluk Çocuk” ta aslında Robert’ın bir gay olduğunu öğrendiği zamanki duygularını şöyle anlatıyor. “İtirafına gösterdiğim tepki beklediğimden daha duygusal olmuştu. Beni buna hazırlayan hiçbir deneyimim olmamıştı. Onu yarı yolda bıraktığımı hissediyordum. Bir adamın onu kurtaracak doğru kadını bulamadığı için eşcinselliğe döndüğünü hayal ediyordum; bu yanlış kanaatimin kaynağı, Rimbaud’yla Paul Verlaine’in trajik birlikteliğiydi. Rimbaud, fiziksel ve entelektüel anlamda tüm varlığını paylaşacak bir kadın bulamamasından hayatı boyunca şikayet etmişti. Edebi hayal gücüme ve Mishima, Gide ve Genet’den aldığım izlenimlere göre eşcinsellik şiirsel bir lanetti. Eşcinsellik gerçeği hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Özentilikle ve gösterişle bir tutuyordum. Her ne kadar yargılayıcı olmamakla övünsem de algım son derece dar ve taşralıydı. Genet’yi okurken bile gördüğüm şey hırsı ve denizcilerin mistik bir yarışından ibaretti. Onların dünyalarını tümüyle anlayamıyordum. Daha önceki davranışlarında bana eşcinsel olduğunu düşündürecek hiçbir ipucu yoktu. O zaman ikimiz için işleri yoluna koyabilmek adına doğasını inkar etmeye, isteklerine gem vurmaya çalıştığını fark ettim. Kendi adıma acaba ben bu güdüleri bastırabilir miydim diye düşündüm. Çok utangaç ve saygılıydı ve bu konulardan bahsetmekten hep çekinmişti; fakat beni hala sevdiğine hiç şüphe yoktu ve ben de onu seviyordum…
Ben hayatımın filmi Ferzan Özpetek yapımı Serseri Mayınlar’ın son sahnesi ile bitirmek istiyorum sözlerimi. Ailenin beklentisi büyük, işlerini oğlanlarına bırakmak istiyorlar, gay olduğunu paylaşan küçük oğulları onları hayal kırıklığına uğratıyor, ailenin kimyası bozuluyor. Oysa işlerin başındaki ağabey de gaydir. Son sahne Sezen Aksu’nun “Kutlama” şarkısıyla biter, milyon kere izlediğim son sahne, ağlayarak izlediğim son sahne. Umutsuzlukların umutla bittiği son sahne. Bakışların birbirine çok şey anlattığı sahne. Memleketime çoktan bahar gelmişti, yaşam asla dört duvar arasında değildir diyor.
Bütün renkler aynı derecede kirlendi, biz birinciliği beyaza verdik diyor Özdemir Asaf. Renkli olanı hep sevdim ben. Toplumdaki tüm renklerin birbirini bulamadan, bozmadan yaşaması dileğimle…
.….Çiçekten bir duvar tüm gözyaşlarını saklıyor
Avucunda bir tek ihtişamı tutan görece genç bir adamın.
Şimdi avucunda Tanrı’nın eli
Onu başka bir bahçeye götürüyor…
(45) Doktor
Doktor olmak tercihimdi ama gay olmak asla tercihim olmadı. Gay olmak benim cinsel tercihim değil cinsel kimliğimdi. Bunu anlamamın ve kendimle barışmamın çok erken yaşlarımda gerçekleşmesi ise benim şansım. Hayatımı hep paylaşım ve mutlu olmak üzerine kurmaya çalıştım. Bu yolda ise cinsel kimliğim bana hiç köstek olmadı çünkü bunu hiçbir zaman sorgulamadım. Ne aile yaşantımda, ne özel ilişkilerimde ne de iş ilişkilerimde bugüne kadar pozitif ya da negatif anlamda cinsel kimliğimin kullanılmasına izin vermemeye çalıştım. Günümüzde ülkemizde bu konuların daha rahat konuşuluyor olmasının ise ne yazık ki popüler kültürün bir başka gereksinimi olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Oysaki cinsel kimlik bir altyapı ve kendine özgü bir kültür ve kendi içinde ahlakı barındırmalıdır. Bu nedenle söylenen ve yazılanların zaman zaman saldırgan, naif, yetersiz, sığ olması aslında bu kültürün ileriye dönük sağlıklı yapılanmasında önemli rol oynayacaktır. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere cinsel kimliklerin (gay ya da heteroseksüel) magazin boyutundan çıkması 1990’larda gerçekleşmişken günümüzde ülkemizde hala bu boyutta olması üzücü olmakla birlikte genç kuşağın içerisinde son derece bilinçli ve cesur yüreklerin olması sevindiricidir.
Murat Renay (33) Yazar
Benim eşcinselliğimi aslında bilinç dışı olarak keşfedişim çocuklukta başlamış olmasına rağmen bunu Türkiye’de mümkün olduğu kadar özgürce yaşamaya başlamam 26 yaşından sonra oldu. Onun öncesinde kadınlarla ilişkilerim de oldu hatta bir süre ikili bir cinsel hayat yaşayarak mecburen biseksüel bir geçiş süreci yaşadım.
Günümüzde cinselliğini erken keşfeden çoğu genç, toplumun da bunun üzerinde kurduğu baskı, bilgi eksikliği ve yasak olanı gizlice yaşamanın cazibesi yüzünden eğitimlerini ve iş hayatlarını ikinci plana atabiliyorlar. Bu yüzden de ne yazık ki hayata karşı her konuda donanımlı olamıyorlar. Eşcinsellere karşı olan tepki dışında bir de bu donanım eksikliği yüzünden de toplumdan dışlanmaları söz konusu olabiliyor. Eşcinsellerin en başta buna fırsat vermemesi gerektiğini düşünüyorum. Homofobiye karşı savaşmanın yolu da aslında eşcinsellerin kendilerini her konuda geliştirmesi ve toplumu da bilinçlendirmesinden geçiyor. Bunun için de ne iş yaparsanız yapın kimsenin sizin eşcinselliğinizi bahane edip bileğinizi bükememesi lazım. Pek çok farklı iş yerinde çalıştım ve işimi iyi yaptığım sürece kimsenin bana cinsel yönelimimle alakalı konuda her hangi bir soru sormasına, baskı yapmasına izin vermedim.
Günümüz eşcinsellerinin ülkemizde yaşanan bunca olumsuzluklara rağmen halen ortak bir dava uğruna beraber omuz omuza olduklarını ne yazık ki göremiyorum. Buna çok üzülüyorum.
Levent (32) Eğitim Uzmanı
Aslında ben kimim bunun farkında bile değildim çocukluğumda, sonradan öğrendim şizofren yapıda olduğumu. Çünkü aile bir yandan, iş hayatı bir yandan, özel hayat bir yandan derken koskoca dört karakter içerisinde buldum kendimi. Hepsinin yanında farklı bir rol farklı bir yalanlar dizisi içerisindeydim. Ne zaman ki kendim gibi olanları keşfettim daha az yalan söylemeye başladım. Aslında toplumumuzun ikiyüzlülüğü yanında bir de gelenek-görenekler (her ne kadar yazılı olmayan kurallardan oluşsa da herkes ihlal ediyor) derken bir bakıyorsun ki yapayalnız ama dimdik ayakta bir insan (olmaya çaba harcayan her daim) oluvermişim. Bu hayatı ben mi seçtim ya da zorunda kaldım diye soracak olursanız. Okkalı bir cevapla karşılaşırsınız. Ben böyle doğdum bu böyle biline. Ne ajitasyona girecek bir hayat yapım var ne de başka ağlanası bir olayım. Hayata karşı duruşumu şekillendirmek zorundaydım çünkü sizlerden daha pratik daha çözümsel bir yapıda olmalıydım ki bir adım öne geçebilmeliydim. Ben de hayatın getirdiklerini yaptım. Özel hayatım her zaman beni ilgilendirmiştir. Sorularınızı, meraklarınızı kendinize saklayınız ya da ilk önce kendinize bir bakın daha sonra beni veya benim gibileri eleştirin. Aslında bu yazım size zehir zemberek yılların dışa vurumu gibi gelebilir. Sözüm her zaman dilimde oldu. Ben bazı insanlar gibi ikili oynamadım. Aslında bunları bir kenara bırakın ya da bırakalım hanginiz aşkı hayatında bir defa bile olsa "çift kişilik yataklarda tek beden" olarak yaşadınız? Ben bu konuda biraz şanslıydım galiba böyle güzel duyguları halen içimde barındırabiliyorum. Hayatımda bir defa da olsa güzel bir ilişki yaşadığıma inanıyorum. Aslında çok gerçek bir aşktı sahte duyguları olan, böğüre böğüre seni seviyorumları olan sözler dizimi yoktu. Sadece sarılarak uyuyabilmeyi başarabilmiş iki beden vardı. Neyse bunların hepsi bir yana aşkı böyle yaşıyoruz ben ve benim gibiler. Sadece seksüaliteye dayalı bir hayatımız olmadı. Hani sizlerin o tanıdığı makyaj yapan insanlar değiliz birçoğumuz. Biz dünyanın içinde kendi haline yaşayan renkleriz. Bu yüzden ne siz bizden ayrı olabilirsiniz ne de biz sizden. Çünkü renkleri tamamlayan hepimizin içtenliği.
A.S.A (52) Profesör
Küçük Anadolu kasabalarında orta halli memur bir ailenin oğlu olarak büyürken diğer çocuklardan farklı olduğumu hep biliyordum. Farkın tam olarak ne olduğunu anlamam için çok zaman gerekmedi. Sanırım 12-13 yaşlarındaydım eşcinsel olduğumun kesin farkına vardığımda. İfade edilmesi mümkün olmayan bir yalnızlık içindeydim. Dünyada kendimi tek zannediyordum. Derslerde ve sporda hep birinci olmak yalnızlığımı gidermediği gibi aksine arttırıyordu. Diğer çocuklarla aramdaki farkı büyütüyordu. Filmlerdeki eşcinsel örnekler ya kadınsı sanatçılar ya da bunalımlı hasta karakterlerdi ama ben onlar gibi de değildim. Nihayet annemin kütüphanesinden rastgele aldığım bir romandaki eşcinsel profesör karakteri dünyamı aydınlattı. Demek ki eşcinsel olup da hayatını düzene sokmuş, sosyal çevresi güçlü, olumlu ve bunalımsız kişiler vardı bu dünyada. Bu roman karakteri bana en önemli rol modeli oldu.
Geriye baktığımda ne denli şanslı olduğumu anlıyorum. Dünyanın dört bir yanında gencecik eşcinsel kızlar, erkekler yalnızlıklarından, çaresizliklerinden intihar ediyorlar. En özgür ülkelerde bile eşcinsel gençlerin intihar oranları diğer gençlere göre kat kat fazla. Eşcinsel gençlerimize, çocuklarımıza destek verelim. Eşcinsel sivil toplum örgütleri kadar bizler de bireyler olarak gençlerimize mutlu ve başarılı hayatların mümkün olduğu mesajını iletelim, onlara örnek olalım. Eş cinsel gençlerimiz umutlarını yitirmesin, kendilerine kıymasın.
HOMOSEKSÜALİTE ÜZERİNE
Dr. İbrahim Ateş
Psikiyatri Uzmanı
Bir kişinin biyolojik, anatomik cinsiyeti doğuştan belirlenmiştir. Anatomik yapısı, cinsel organlarının görünümü, hormonları bir bebeğin dişi ya da erkek olduğunu gösterir. Kişinin kendisini “dişi” ya da “erkek” olarak hissetmesi cinsel kimliğidir. Cinsel kimlik, erken çocukluk yıllarında belirlenir. İlerleyen yıllarda, özellikle ergenlik dönemiyle birlikte, kişinin cinsel yönelimi belirlenir. Kişinin cinsel yaşamında erkek ya da dişi partner seçimi cinsel yönelimle ilgilidir. Aynı cinsiyetten partner seçme ya da aynı cinsiyetten bireyi cinsel olarak arzulama “homoseksüalite” (eşcinsellik) olarak adlandırılır. Bir eşcinsel erkek kendisini “erkek” olarak hisseder, ancak cinsel yaşamında erkekleri arzular, erkekleri hayal eder ve erkek partner seçer. Özetle, eşcinsellik bir cinsel yönelim sorunu ya da bir cinsel yönelim farklılığıdır. Toplumda rastladığımız en kafa karıştırıcı durum cinsel yönelimle cinsel kimlik arasındaki farkın ayırt edilememesidir. Biyolojik ve anatomik olarak erkek olan bireyin kendisini “dişi” olarak hissetmesi “cinsel kimlik bozukluğu” (=transseksüalite) olarak tanımlanır. Eşcinsel erkeğin fiziğiyle, anatomisiyle bir sorunu yoktur. Ancak, bir transseksüel erkek hormon tedavileri ve cinsiyet değiştirme ameliyatı ile cinsiyetini bir an önce değiştirmek ister. Günümüz psikiyatri bilimi eşcinselliği bir hastalık olarak kabul etmezken, transseksüalite bir hastalık olarak tanımlanmıştır. Sigmund Freud eşcinselliği bir hastalık olarak değerlendirmemiş ve onun temelini attığı psikanalitik kuram erkek eşcinselliğinin olası nedenleri arasında erken çocukluk yıllarında anneye aşırı yakınlık, güçlü bir baba modeli eksikliği, erkeklik gelişiminin çeşitli nedenlerle engellenmiş olması gibi etkenleri öne sürmüştür. Ancak, henüz eşcinselliğin nedenleri ayrıntılı ve net bir şekilde açığa çıkarılamamıştır.
EŞCİNSELLİK NEDİR?
Psikolog Nurkan Eryılmaz
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD.
Geçtiğimiz yüzyılın önemli bir bölümünde, eşcinsellik, "kişilik bozukluğu" olarak kabul görüyordu. Ancak, 1973’te Amerikan Psikiyatri Derneği (APA), 1990’da ise Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği ’psikiyatrik bir bozukluk’ sınıfından çıkardı.
Fakat sokaktaki vatandaşlar için aynı şey söz konusu değildir, onlara göre bu durum hiç de normal bir eğilim değildir. Yani toplum tarafından kabullenilmeyen ve normal dışı bir unsur olarak değerlendirilen eşcinsellik; kişinin cinsel olarak kendi cinsine ilgi duyması olarak tanımlanabilir.
Cinsel yönelim bir kişinin, bir başka bireye karşı duygusal, düşünsel, romantik ve cinsel şehvet ile yaklaşımıdır. Bu yaklaşım her zaman cinsel eylemi gerektirmez, hatta çoğu kez duygusal, düşünsel, romantik ve fantezi düzeyinde kalabilir.
Ayrıca cinsel yönelim; kişinin cinsel ve duygusal olarak çekim duyduğu cinsiyete göre tanımlanan bir özelliktir.
—Heteroseksüel: Kişinin karşı cinsiyete cinsel ve duygusal olarak ilgi duymasıdır.
—Eşcinsel (Homoseksüel): Kişinin kendi cinsiyetine cinsel ve duygusal ilgi duymasıdır. Eşcinsel kadın ve erkeklerin bedensel cinsiyetlerine herhangi bir itirazları yoktur, sadece aynı cinsten bireylerle cinsel ilişki kurmak isterler, cinsel yönelimleri kendi cinslerinedir.
—Biseksüel: Kişinin her iki cinsiyetten olanlara cinsel ve duygusal ilgi duymasıdır.
—Travesti: Karşı cinsin eşyalarını kullanmaktan, karşı cinsin giydiği kıyafetleri giymekten, karşı cinsin davranışını sergilemekten cinsel haz alan kimselerdir.
—Transseksüel: Cinsiyetini değiştirmesi gerektiğine, ruhsal ve bedensel olarak diğer cinsiyete sahip olması gerektiğine inanan kişidir. Kişi sahip olduğu biyolojik cinsiyet özelliklerini reddeder, karşı cinsten biri olarak görülme ve karşı cinse benzeme isteği içindedir, kendisini karşı cinsten biriymiş gibi hisseder. Transseksüellik de hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Kişinin davranışlarından çok iç dünyasında kendisini karşı cinsten biri gibi görmesi, hissetmesidir. Ameliyat olmamış/olamamış gerçek bir transseksüel cinsel kimlik olarak karşı cins özelliklerini gösterebilir ve cinselliği doğrudan karşı cinse yöneliktir.
Uzmanlara göre eşcinselliğin çeşitli nedenleri vardır:
Genetik yatkınlık, hormonsal bozukluklar, çocukluk döneminde şiddete maruz kalmak, tacize ve tecavüze uğramak, çocuklukta karşı cinsle ilgili yaşanmış kötü bir deneyim, ciddi aile sorunları, aşırı otoriter bir babanın varlığı, baba veya figürlerinin çocuğun hayatında olmaması, aşırı duygusal veya içine kapalı bir yapıya sahip olunması, sorunlu cinsel deneyimler, yanlış yetiştirilme yani erkek çocukların kız gibi, kız çocuklarında erkek gibi yetiştirilmesi, ebeveynler başta olmak üzere yakın çevrede eşcinsel eğilimleri olan kişi veya kişilerin modellenmesi, örnek alınması, yazılı ve görsel medyanın eşcinselliği özendirici yayınları vb.” gibi özetlenebilir.
Çocuklarındaki cinsel rolün cinsel kimliğe uygun olmadığını anlayan aileler ciddi telaşa kapılmaktadır. Aileler eşcinselliği çok ağır ruhsal bir hastalık olarak görmektedir.
Bu nedenle ailenin eğitim seviyesine göre çocuklarına yaklaşımları da farklı olmaktadır. İyi eğitimli bir aile soruna "yardım edin düzelsin" diye yaklaşırken; bir diğer grup ailede "düzeltin ya da biz düzeltelim" diye baskıcı yaklaşabilmektedir.
“Cinsel eğilimleri hakkında akılları karışmış veya eğilimlerini değiştirmek istediklerinde tedavi araştıran bireylerin sayısı, son birkaç yıldır etkileyici bir şekilde artmaktadır. Çünkü cinsel kimlik karmaşasının anlamı ülkemizde çok farklıdır ve bu nedenle kendini ifade etmiş lezbiyen, eşcinsel veya biseksüellerin, kendilerine ve diğerlerine, korku, utanç ve nefretle bakmaları sık rastlanan bir durumdur.
Oysa, kişinin duygusal ve fiziksel olarak hangi cinsiyetten kişilere ilgi duyduğu o kişinin cinsel yönelimiyle ilgilidir ve cinsel yönelim kavramı fanteziler, duygusal bağlanma, cinsel davranış ve kendini tanımlama gibi birçok bileşeni vardır. Bu nedenle insana saygı çerçevesinde yaklaşılmalı, birlikte yaşadığımız bu dünyayı yalnızca birbirimizi anlayarak güzelleştirebileceğimizi unutmamalıyız.
-Aylin Ayaz Yılmaz-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder