Sayfalar

22 Mayıs 2012 Salı

EVLİLİK AŞKI ÖLDÜRÜR MÜ?

İlkim Öz severek, bir çırpıda okuduğum bir yazar. Yazdığı Evlilik Aşkı Öldürür mü? kitabını da bir çırpıda okudum bitirdim ve blog için bu konuda yazı yazmaya karar verdim.

Sayın Öz kitabında;  aşkla dolu bir evlilik, uzun, sağlıklı ve kaliteli bir ömrün ilacıdır diye başlıyor. Tüm kitap boyunca da evlilikte aşkın ölmemesi için çiftlerin nelere dikkat etmesi gerektiği yazıyor. Hayatın içinden, nefis gözlemlerle Öz kitabı adeta bir cep danışma kitabı. Kitabında evlilik aşkla beslenir diyor ve şöyle açıklıyor; aşkın bir ilişkiyi ne kadar beslediğini biliyoruz. İçinde tutku, hayranlık, özlem, cinsellik, affetmek, sadakat, çılgınlıklar gibi pek çok duyguyu bünyesinde barındıran aşk, evliliği beslemek için en verimli duyguların başında geliyor. Eğer eşinize tutkunsanız, onun kızgınlık ya da öfkeyle söylediği cümleleri çok da kayda geçmezsiniz. Eğer eşinize hayransanız, onun hatalarını ya görmez ya da görseniz bile onu üzmemek adına kırıcı olmazsanız. Eğer eşinizi gün içinde özlüyorsanız veya iş seyahatlerinde bir an önce ona kavuşmak istiyorsanız, sıradan konuları evliliğinize sorun olarak taşımazsınız çünkü eşinizle geçireceğiniz zamanlar sizin için değerlidir. Aşk evliliğe özeni gerektirirken aşkın kendisi de özen ister. Hayatın gerçeklikleri aşkın varlığını ne kadar zorlasa da, siz ona sahip çıkarsanız evliliğinizde aşkı yaşatırsınız, aşkınız da evliliğinizi besler…
Öz birkaç sayfa öncesinde ise aşkı tanımlarken aşkın kör etme özelliği sizin gözlerinizi tamamıyla kör eder ki buna izin vermeyin diyor. İşte burada kendi yorumum devreye giriyor ve diyorum ki bu başlık yanlış. Aşk başka bir şey evlilik başka. O yüzden adı evlilik olan kurumsal bir birliktelikte aşkı aramak ve bulamamak yanlış. Çok sevmek, çok yüreği titremek, çok birlikte olmak ama adı aşk değil. Aşk bir rüya hali, başka bir şeyi görmeme hali zira. Hatta evlilikte bulunmaması gereken bir ruh hali. Saygı, çok sevme halini korumak başka bir duygu ile tanımlanmalı gibime geliyor. Habertürk yazarı Zeynep Çavuşoğlu 23 Mart 2012 günü yazısında şöyle diyor tam da benim düşündüğüm gibi; aşkın tanımı yanlış. Evlilik aşkı öldürmüyor. Aşkın tanımı yanlış yapılıyor. Aşk, iki kişinin arasında bir bağ kurulmadan önce yaşadığı delicesine bir uyumlama süreci. O bağ kurulduktan sonra çiftlerin aşkı geçmiyor. Bağ kurulurken ki o patlamalar ortadan kalkıyor ki asıl macera buradan sonra başlıyor. Asıl güzellikler o delirme anının üzerimizde bıraktığı perdelenmeler geçince başlıyor. Sadece o bağ kurumundaki patlamalara âşık olanlar içinse hayat hep yalnız geçiyor…
Öz’ün kitabında evliliğimize ve hayat arkadaşımıza, yoldaşımıza, sırdaşımıza nasıl sahip çıkacağımızı, nasıl özenle büyütüp besleyeceğimizi öğreniyoruz. Aslında bildiğimiz ama uygulayamadığımız. Dr. Eric Berne’in dediği gibi yetişkin-yetişkin ilişkisi kurduğumuz an birbirimizi daha iyi anlayacağız. Birbirimize yaşama alanları bırakacağız. Ama nedense yaşama alanı bırakmayı bırak biz birbirimizi boğup öldürme telaşındayız. Merak ediyorum bunları yaptıran korkularımız mı?
Rolla May Yaratma Cesareti kitabında birbirimize yaşama alanı bırakmamamızın altında yatan duygunun yaşam korkusu olduğunu savunur. Kendini terk edilmiş bulmak korkusu, bir başkasına dayanma gereksinimi. Bu korku, kişinin kendini, ilişkiye girebilecek bir benliği kalmayana dek bir ilişkiye fırlatma gereksiniminde kendini gösterir. Kişi gerçekte sevdiğinin bir yansısı haline gelir ve eninde sonunda eşini sıkmaya başlar. Bu, Otto Rank’in anlattığı gibi, kendini gerçekleştirme korkusudur. Rank bu korkunun tersini “ölüm korkusu” olarak adlandırır. Bu, diğeri tarafından tümden emilme korkusudur, kendi benliğini ve kendi özerkliğini yitirme korkusu, bağımsızlığının alınıp götürülmesi korkusu. Rank, bu korkunun, çoğunlukla ilişkinin çok yakınlaşması halinde hızlı bir ricatla sıvışıp kaçmak için arka kapıyı aralık tutmayı kollayan erkeklerde yerleşmiş olduğunu söyler.
Bu durumda evlilik bir toplumsal cesaret gösterme hali. İşte belki de bu yüzden bu duygularla savaşırken aşkın kayboluş hali. Hiçbir ilişki, hiçbir beraberlik güvenli değildir. İlişkilerin doğasında güvenli olmak yoktur. Bu gereksinim, zihnimizin belirsizliğe katlanamamasıdır. Aksine bir ilişkiyi tam anlamıyla güvenli kılmak çekiciliğini ve güzelliğini, cazibesini kaybettirir. Yalnız kalma korkusuyla kendi duygularımızı askıya alırız ve sadece karşımızdakinin duygularını önemseriz. Oysa bunun iki kişilik bir oyun olduğunu unuturuz. Kendimizi mutlu etmeden karşımızdakini mutlu edemeyeceğimiz ayrıntısını kaçırırız daima. Kendin olabilme, kendi özgürlüğünü karşıdakine verebilme. Kendiliğinden, zorlamasız, onun seni senin onu olduğu gibi kabullenmesi. İşte tam bu noktada ilişki olgunlaşacak, büyüyecektir. Zaten bu kararlılık ilişkiyi derinleştirecektir. Korkuyu değil sevgiyi seçmek sevdiğine seninle büyüme olanağı sunmak.
Hande Altaylı Ayşe Arman ile olan röportajında ilişki tanımlaması için şöyle diyor: Uzun bir ilişkiyi ayakta tutan şey, zaman zaman ona neden âşık olduğunu hatırlayabilmek. Bu adamın neyini sevmişim diyorsan, ilişkinin ömrü dolmuştur. Bu adamı işte bu yüzden sevdim diyebiliyorsan, daha yolun var demektir. Evliliğin en iyi ve en kötü tarafı yalnızlığın kaybı. Galiba hayatta bir şeyi sevmemizin de sevmememizin de sebebi hep aynı... Gerçekten evlilik artık yalnız düşünmemek hali. Bütünlük hali… Yalnızlığını koruma hali aslında bizi besleyen.
Kısa süre önce vefat eden (09.04.2012) Meral Okay aşk için ne güzel şeyler yazmış; aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden “biz” olabilme halidir. İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşkla üstünden atlayabilirsiniz. Eeee, bazen sıkılırdık, hele üç beş ay bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi…
Dean Cianfrance imzalı Blue Valentine filmi evliliğin nasıl güzel başlayıp, başarısızlığa uğrayışını anlatıyor bize. Dean ve Cindy evliliklerini kurtarabilmek için gençlik yıllarına birbirlerine âşık oldukları zamanları hatırlamaya çalışırlar. Sevgi nefrete, geçmiş günümüze, hayal gerçeğe, gençlik yaşlılığa, erkek kadına karşı geliyor. Niye? Aşk bittiği için mi? Evlenmeselerdi de aşk bitmez miydi? Süreklilik gösterecek bir duygu mudur aşk? Evlilikten beklenti o yüksek frekanslı duygu mu olmalı? Dozu kaçmış korku ilişkinin katili mi? Bir dolu soruyla boğuşurken ben tam anlamıyla işin içinden çıkamadım. Kitabın başlığını arkadaşlarıma sordum. Kimi evli, kimi ayrılmış, kimi bekâr arkadaşlarım. Hepsinin şahane fikirlerini aldım, bakın neler demişler?

Ebru Gürün (Klasik Filoloji Eski Yunan Dili ve Edebiyatı öğrencisi)
Hayatım evlilik azılı bir seri katil gibi sadece aşkı değil ruhu, karakteri, tüm duyguları, özgürlüğü ve kısaca insanlık adına ne varsa her şeyi öldürüyor:)))

Tuğ Türkoğuz (Gemi Makineleri İşletme Başmühendisi)
Evlilik aşkı öldürür mü konusu, günümüzde hemen her platformda tartışılan bir soru olmuştur. Kanımca; bu kadar gündemde olmasının ana sebebi, insanların kendilerini ve karşısındaki insanları tanımak için uğraşmak yerine, piyasa ekonomisinin yerleştirdiği tüketim toplumu heveslerine uygun olarak yaşamaya alışmaları, sorgulamalardan özellikle uzak durmalarıdır. Pek çok insan tarafından evlilik; doğmak, büyümek, yürümek, okula gitmek, iş sahibi olmak gibi hayatta kendiliğinden gelişen ve yerine getirilmesi bir zorunluluk olarak görülen ödevler sınıfına girmiştir. Yanlış anımsamıyorsam; yönetmen Sinan Çetin hedef kitlesini şu sözlerle açıklamıştı: Orta yaş veya üzerinde, muhtemelen ilk evliliğini tamamlamış, ikinci evliliğini yapmış veya yapmak üzere olan...
Bu durum, benim söylemeye çalıştığım noktaya işaret ediyor: İnsanlar önce hayatı kendileri için yaşar, kendi gelişimlerini tamamlayarak evlenecekleri insanla karşılaşırlarsa; evlilik aşkı öldürmez.
Bunun dışında, hayatı doğal akışında yaşayarak, evliliği bir görev, bir ödev, sosyal bir zorunluluk olarak görerek yapılacak evlilikler zaten ölü doğmuştur!"

 Şura Şahin (Biyolog)
Evlilik çok özel bir ilişki, iki farklı yaşamın bir arada harmanlandığı, uyum sağlandığında çok iyi güzel hayata fazlasıyla daldığın deniz gibi. Ama acaba aşk bunun neresinde ve nasıl bir rol oynuyor inan ben bu yaşıma kadar çözemedim, çözemeyeceğimi de biliyorum. Bence aşkın ince naif ve gözü kör hali, evliliğin realist ve katı haliyle ne mana da nede uygulamada uyuyor. Bizler en iyisi ikisini hiç karıştırmayalım. Peki o zamanda hayat nasıl geçecek diyeceksin, işte bu noktada aşk yerine saygı ve bundan doğan sevgiyi sevginin de emeğini alalım evliliğin her ilişkide olduğu gibi bazı iniş ve çıkışlarında kullanalım :))) SONRA DA AŞK MI EVLİLİĞİ ÖLDÜRÜR YOKSA EVLİLİK Mİ AŞKI DÜŞÜNÜRÜZ :))
Gülay Sinan (Turizm )
Evlilik veya başka bir şey aşkı öldürmez. Zaman öldürüyorsa öldürür, çünkü zamanla aşkın boyutu değişir. İlk 10 yıl aşk, sonraki 20 yıl sevgi, sonraki 25 yıl dostluk, sonraki 30 yıl -ki inşallah vardır - kardeşliğe dönüşür… derim:))

Sevil Toprak Ünlü (Forever Living Products)
Evlilik aşkı öldürür mü öldürmez mi bilemem ama insanın kendisi ile ilgili problemleri çözdükten sonra sanırım nasıl ilişki yaşarsa yaşasın problem olmaz.  İlişkinin ilk başında herkes ne söylemek istediğini ne yaşamak istediğini bir türlü dile getiremez hep genelde farklı bir heyecan içinde olanı kabul eder; ama sonra karşı tarafa alışınca bir de kendi çözemediği sıkıntıları da bu ilişkiye yansıtırsa işin içinden çıkılmaz bir hal alır. Evlilik sevgi ya da aşk yerine azaba dönüşür. Sadece evlilikle sınırlamamak lazım diye düşünüyorum. Her şeyi paylaşırsak dile getirirsek ömür boyu aşk kokan çilek tadında bir beraberliğimiz olur. Sevgiler...^♥

Uğur Altınok (Müzisyen)
Evlilik oyuncularının karakter düzgünlüğü, ahlâk ve dürüstlüğünü objektif ve gerçekçi bir şekilde değerlendirip, eğer üst seviyede diyebiliyorsak; "aşk" ta bitmez, evlilikte. Tabi ki en önemli ikinci şart, olabildiğince uygun bir eş seçme şansının olması. Bu gözle bakıp evliliğin aşkı öldüremeyeceğini savunanlardanım.
Adını doğru koyup, kendimizi de dev aynasında görmeden değerlendirelim. Evliliğe giden ilk adım genellikle, hoşlanma, sevme, birlikte olma ve mutlu sona erişme gibi isteklerle başlayıp, işte hayatımın insanı diye karar verilen bir süreçtir. Bu evrelerde kalbî düşünceler kadar eğer akılla da değerlendirebilmişsek doğru eş seçmiş oluruz. Elbette aynen ve karşılıklı olmak kaydı ile...
Evlilik hayatı bir takım rutinleri yaşatır evet bu böyle; ancak kişiler kurdukları yuvanın üstünlüğünü ve önceliğini ilk sıraya alıp,  rollerini en üst seviyede sergilerse (rol yapmak olduğun gibi görünmemek anlamında değildir) renkli ve kendince hareketli bir yuva ortamı sağlanmış olacaktır. Ayrıca bu bağın; sadece güzelleri, kötüleri, üzüntüleri, sevinçleri değil cinselliğin sağlığını ve meşruluğunu da avantaj haline getirmesi kesindir. Ah bir de hayatın gerçek anlamı, süsü, en büyük mucizesi lütfedilirse; "aile" tanımının en mükemmel hali olmuş ve evin içinde ki o dünyanın en doğal müzikali de başlamıştır...
Hal böyle iken; kişilerin kendini hayata göre yenilemesi, sorumlulukların yerine getirilmesi, renk ve çeşitlilik katma çabaları aşkı besleyecektir. Canlıların neredeyse tümünün ihtiyacı olan, tüm güzelliklerin kaynağı "sevgi", dokunmak ve hissetmek fiiliyatı ile ruhumuzu besleyecek ve bizim "aşk" hayat suyumuz haline gelecektir.
E o zaman nasıl tükenir ki?

1 yorum: