Sayfalar

27 Şubat 2012 Pazartesi

84. OSCAR ÖDÜLLERİ/84TH OSCAR ACADEMY AWARDS

                                    84. OSCAR AKADEMİ ÖDÜLLERİ
–KAZANANLAR-
Geçen gün, Kodak Theatre’da sahiplerini bulan ödül töreni için çok heyecanlıydım. Öyle ki akşam 21.00’da yatıp, 2.30’da kalktığımı söylemeden geçemeyeceğim. Ne var ki uykuma teslim olup, 6’da kalkmak zorunda kaldım. Neyse neyse… Bunlar detaylar. Hadi kazananları görelim!
Thomas Langmann, Berenice Bejo ve Michel Hazanavicius

En İyi Film: The Artist
En İyi Yönetmen: Michel Hazanavicius/The Artist
En İyi Erkek Oyuncu: Jean Dujardin/The Artist
En İyi Kadın Oyuncu: Meryl Streep/The Iron Lady (Demir Leydi)
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christopher Plummer/Beginners
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Octavia Spencer/The Help
En İyi Uyarlama Senaryo: The Descendants/Senden Geriye Kalan
Yabancı Dilde En İyi Film: A Separation/Bir Ayrılık
En İyi Özgün Senaryo: Midnight in Paris/Paris’te Geceyarısı
En İyi Müzik: The Artist
En İyi Animasyon: Rango
Rango

En İyi Belgesel: Undefeated
            The Artist ve Hugo, 5 ödülle gecenin galipleri oldular. Hugo, teknik dallarda ödülleri toplarken, The Artist En İyi Film, Yönetmen ve Aktör gibi ödüllere layık görüldü.
            17 kez En İyi Kadın Oyuncu ödülüne aday gösterilen Meryl Streep, 3. ödülünü kucakladı.  İran yapımı A Separation ise yine şaşırtmadı ve Yabancı Dilde En İyi Film ödülünün sahibi oldu. (Aksi düşünülemezdi!!)
            Bu arada ben de Oscar tarihinde bir ilki başardım. İlk 10 ödülde 9 adayı doğru tahmin ettim. Toplamda ise 17 ödülü doğru bilmişim. Bir daha ödül töreninde ise 24/24 yapacağım! J
            Gelelim gecenin şıklarına!
En Şıklar: Milla Jovovich (Elie Saab), Penelope Cruz (Giorgio Armani), Jessica Chastain (Alexander McQueen), Michelle Williams (Louis Vuitton), Emma Stone (Louis Vuitton)

Penelope Cruz
Jessica Chastain

O Kadar İyi Değil!: Meryl Streep (Lanvin), Shailene Woodley (Valentino), Kelly Osbourne (Georges Hobeika), Gwyneth Paltrow (Tom Ford)
            Billy Crystal’ın sunuculuğunu yaptığı geceyi beğendim diyebilirim. Félicitations The Artist!
Not: Michel Hazanavicius’ı çok seviyorum!
-Su Yılmaz-
                                   84th OSCAR ACADEMY AWARDS
                                               -WINNERS-
            I was so excited for the awards ceremony which took place at Kodak Theatre yesterday. Even that i went to bed at 9 p.m and woke up at 2.30 a.m. Then i gotta sleep and wake up at 6 a.m. Ugh, whatever! These are just the details. Let’s head back to the winners!
Meryl Streep (Best Actress) with Jean Dujardin (Best Actor)

Eh-hem:
Best Film: The Artist
Best Director: Michel Hazanavicius/The Artist
Best Actor: Jean Dujardin/The Artist
Best Actress: Meryl Streep/The Iron Lady
Best Supporting Actor: Christopher Plummer/Beginners
Best Supporting Actress: Octavia Spencer/The Help
Best Adapted Screenplay: The Descendants
Best Foreign Language Film: A Separation
Best Original Screenplay: Midnight in Paris
Best Score: The Artist
Best Animated Movie: Rango
Best Documentary: Undefeated
            The Artist and Hugo became the winners of the night with 5 awards. Hugo, has taken awards in technique but The Artist owns the awards such as Best Film, Director and Best Actor.
            Meryl who has been nominated to Oscar 17 times hugged her Oscar. (3 wins) An Iran production A Separation didn’t surprise and became the winner of Best Foreign Language Film. (Bravo!!)
Christopher Plummer

            Aand this year, i’ve made my best at Oscars. I’ve guessed 9 winners right in 10. Also, made 17/24 which means awesome, right? Well… Next year, i’ll be cooler, promise. Pinky swear! :P
            Umm, i guess it’s the time for best dresses from the night!
Best Dresses: Milla Jovovich (Elie Saab), Penelope Cruz (Giorgio Armani), Jessica Chastain (Alexander McQueen), Michelle Williams (Louis Vuitton), Emma Stone (Louis Vuitton)
Milla Jovovich

Not That Good!: Meryl Streep (Lanvin), Shailene Woodley (Valentino), Kelly Osbourne (Georges Hobeika), Gwyneth Paltrow (Tom Ford)
Shailene Woodley

            I could say that the night which was hosted by Billy Crystal impressed me! Félicitations The Artist!
P.S: I love Michel Hazanavicius so much!
-Su Yilmaz-

HİNDİSTAN GÜNLÜKLERİ - I


YENİ DELHİ

Hindistan… Müthiş manzaraları ve sesleri içinde barındıran mistik ülke.  Yoksulluğun içinde ışıl ışıl parıldayan şeker rengi sarileri, yemeklerindeki bol baharat kokusu… Sokakları bisikletlilerin, ineklerin, binek araçlarının ve hatta duruma göre eşeklerin çektiği arabaların oluşturduğu trafik. Korna sesleriyle dünyanın en karışık ülkesi. Göz kamaştıran saraylar ve Hint tapınakları… İçinde Asya fillerinin ve Bengal kaplanlarının bulunduğu ormanlar… Burası birçok zengin kültürün, dilin ve inancın bulunduğu geniş bir ülke. Zengin tarihi olması ile birlikte Hindistan’da dünyanın önemli birçok girişimcisi yaşıyor. Burası çok mistik bir harikalar diyarı, öyle ki aynı zamanda hem karmaşık, hem de ziyaret edenleri büyülemeyi başaran ülke.

İnsanlar Hindistan’da vakit geçirdikleri zaman, hayatları bu şehir sayesinde sonsuza dek değişiyor. Tıpkı benim gibi. Artık istesem de eski ben değilim. Yoksulluğun içinde gözlerindeki alçak gönüllüğü beni büyüledi bu ülkenin insanlarının.

Hindistan, yaklaşık 1,3 milyar nüfusu ile Çin’den sonra dünyanın en kalabalık ikinci ülkesi. Hindistan, 28 eyaletten oluşuyor. Her eyaletin bir başkenti var, Delhi ise Hindistan’ın başkenti. İdari şekli iki meclisli parlamenter bir cumhuriyet. Resmi diller İngilizce ve Hintçeden başka 14 ayrı ana dil ve binlerce lehçe konuşulmakta. Eğitimli bir Hintli, İngilizce ve Hintçeden başka kendi lehçesinin olduğu yerel dili ve bulunduğu eyaletin dili ile birlikte 4 ayrı dil konuşmak durumunda. Hindistan’da çok zengin bir dini yapı mevcut. Hinduizm ve Budizm’den başka Müslümanlık, Hıristiyanlık, Sihlik gibi dinler iç içe ve ahenkle yaşatılmakta. Hindistan’da yaklaşık 130 milyon dolayında Müslüman yaşamakta.  Endonezya’dan sonra dünyada Müslümanların en fazla olduğu 2. ülke. Hindistan’da birçok yerde Müslümanlığın etkilerini görmek mümkün.
Ülkenin geniş ray sistemi (40.000 mil uzunluğunda olan ve 28 bölgeye gidebilen) sizi hayal ettiğiniz birçok yere götürebilir.
Hindistan’ı yakından keşfederken, fark edeceksiniz ki bu ülkenin limitleri yok!

Hindistan’a gitmek düşüncesi bile beni acayip heyecanlandırıyor. Öncelikle hangi renk pasaportunuz olursa olsun vize almanız gerekiyor. Vize için otel ve uçak rezervasyonunuz yeterli. Daha önceden giden arkadaşlarımız bize uyarıda bulunuyor; su götürün, yiyecek götürün, aşı olun gibi upuzun liste. Bana göre hiçbirine gerek yok. Kapalı su her yerde satılıyor. Giysi olarak pamuklu, ince ve kapalı giysilerle çok rahat edersiniz. Biz Hindistan’da farklı farklı şehirlerde olacağız. Ben size ilk olarak Yeni Delhi ile başlamak istiyorum.

Biz Sheraton New Delhi Hotel’de kalıyoruz. Kesinlikle öneririm. Temiz, gezmek için pratik, yemekleri güzel. Delhi havaalanı çok modern. Şehri gezmek için en iyi yöntem otelden taksi kiralamanız. Zaten başka seçeneğiniz yok gibi. O meşhur otobüsleri bizim için çok fazla kalabalık. Taksi çok ucuz ve size yılmadan, bıkmadan tüm şehri gezdiriyor. Siz tapınakları gezerken bekliyor. Otelden nereleri gezebiliriz diye şehrin haritasını alıyoruz. Kendimize bir rota belirliyoruz ve o müthiş dillere destan trafiğine dalıyoruz. On dakikalık yolu survivor gibi saatler içinde alabiliyorsunuz. Trafik hayal bile edemeyeceğiniz kadar kalabalık. İnsanlar sokaklarda yatıyor. Hindistan’da bazı insanların evi olmadan sokakta doğup sokakta ölürmüş. Hal böyle olunca sokakta yıkananlar, fiziksel ihtiyaçlarını karşılayanlar çok normal kalıyor.



Delhi yolculuğumuzda Hindistan Kapısı, Parlamento Binası, Qal’a-i-Kuhna Camisi, PuranaKila (Eski Kale), Kuvvet-ül İslam Camisi, Lal Qila (Kırmızı Kale), Hümayun Türbesi, JamaMasjid (Cuma Camisi), Lotus Tapınağı (Bahai Tapınağı), AksharDham Tapınağı’nı geziyoruz. Bu gezdiğimiz tüm tapınaklara ve mescitlere ayakkabılarınızı, hatta çantalarınızı emanete bırakıp giriyorsunuz. Yalnızca siz ve kocaman yüreğiniz. Tapınaklarda meditasyon müzikleri çalıyor, sizi sizden alıp götüren. Mesela Lotus Tapınağı’nda volanter çalışan Avrupalı gençler hangi dinden olursanız olun şu an, tam şu an Tanrı ile birliktesiniz diye alıyorlar sizi içeri. Meditasyon yaparken arındığımı hissediyorum, o kadar büyük bir duygu patlaması yaşıyorum ki kelimelerle anlatmak zor. Hayatımda sadece huzur istiyorum. Allah’ım beni tüm egolarımdan arındır diye dua ediyorum. Buradan çıkışta artık farklı bir benlikle çıkıyorum.
Hindistan Kapısı

Akshar Dham Tapınağı

Jama Masjid
Lotus Tapınağı

Lal Qila (Kırmızı Kale)

AksharDham Tapınağı ise şu ana kadar gördüğüm en incelikli tapınak. Detaylarla işlenmiş duvarlar, heykeller… İnanışlarına göre; Brahma “evreni yaratan” dır. Bir evrenin yıkılıp yenisinin yaratılması aşamasında Brahma, Vishnu’nun göbeğinden fışkıran bir lotus kaynağından ortaya çıkar ve “Om” hecesini tekrarlayarak evreni kurar. Brahma’nın dört yöne bakan dört kafası vardır, böylece her yeri ve her şeyi görür. Dört Veda’nın bu dört kafadaki dört ağızdan yayıldığına inanılır. Tüm evren, Vishnu’nun varlığının açığa çıkışından başka bir şey değildir. Onun varlığından hayatının bütün formları ve maddi olan her şey yaratılmıştır. Ve bunların detay detay işlenmiş heykellerine hayranlıkla bakakalıyorsunuz. Çıplak ayak, mistik müzik eşliğinde ben hayatımın neresindeyim noktasında gidip-geliyorsunuz. Anlatılmaz bir tecrübe, nefis bir deneyim. Şimdi anlıyorum insanların buralara gelip arınmalarını. Huzur var havada çünkü…

Akşama Hint müziği dinleyip Hint yemekleri yiyebileceğimiz güzel bir restorana gidiyoruz. Eğer baharatlı yemek sevmiyorsanız işiniz zor. Ama damak zevkinize uyan bir tat mutlaka bulabilirsiniz. Ben artık Masala Tea dedikleri baharat karışımlı, sütlü çaylarına bayılıyorum. Satın aldım getirdim. Masala Dossa dedikleri kahvaltıda yenilen bir çeşit krep içinde patates geliyor nefis bir lezzet. Tatlıları süper. Çoğunlukla vejetaryen oldukları için baharatlı peynirleri lezzetli.

Müzik… Çok derin bir yerlerinize işliyor. O kadar derin ve içten bir müzik ki oturup saatlerce ağlamak geliyor içinizden. Şükrediyorsunuz yaşadığınız her güne. Gözlerinin derinliğinde müzikle çok uzaklara gidiyorsunuz siz de nereye gittiğinizi bilmiyorsunuz. Zaman ve evren değişip duruyor, kafanız çok karışık ama derin işte, hem de çok derin. İçinizi sonsuz bir sevgi ve ışık kaplıyor, her şey boş sadece maneviyat kalıyor geriye yaşamdan diyorsunuz. Keşfettiğinize mi uyup uymayacağınıza mı…
Çok sevdim ben bu ülkeyi. Bir dolu ülkeye gittim ama enerjisi bu kadar yüksek bu kadar iyi gelen bir yer görmedim. İnanılmazlar ve göremediklerim, çok gerçek ve hiç gerçek, fakirlik ve derinlik, müzik, lezzet torbamda getirdiklerim. Yaşadıklarımdan öte bu ülkeye ne yapın ne edin ama mutlaka gidin. İleride Hindistan’ın başka bir şehrinde buluşmak dileğiyle…

6 Şubat 2012 Pazartesi

DELİ KADIN HİKAYELERİ/MİNE SÖĞÜT

Pencereden dışarı bakıyorum.
İçimde ateşler yakıyorum.
Yaptığım her yemek o ateşte pişiyor.
Doğurduğum her çocuk o ateşte eriyor.
Sevdiğim her erkek o ateşte ölüyor.
Bir bardak su içsem… Söner mi?
İsteklerimi nehre gömsem… Cinayetler biter mi?
Her şey senin yüzünden, diyor babam.
O kupkuru bir adam.
İçimde ne ateş var, ne su.
O da biliyor, benimse içimde hem ateş var, hem su.

“...kendini öldürme fikrini bu kadar çok seven biri kendini de çok seviyor demektir… Kendini ve deliliğini” diyen Mine Söğüt’ün Deli Kadın Hikayeleri ilginç bir kitap. 21 kadının delilik hikayeleri. İnsan bir anda mı delirir yoksa sebepler mi delirtir? Hepsi kadın hikayeleri, hepsi içinizi buruyor. Sırf kadın olmanın zorluğunda delilik kıyılarında geziniyor kitap. Hepsi kaybeden hepsi delirmezse yaşamayacak kadınlar. Tüm hikayeleri ilgiyle okumama rağmen;
Kürt Kediler Çingene Kelebekler,
İyi Geceler Ölü Kediler,
Naz Neden Derine Gömmemiş Kediyi?
Vakvak ağacı,
Aşkı Hikaye Yapan İmkansızlık Değil midir Anneanne?
Özellikle bu hikayeler herhalde uzun yıllar aklımdan çıkmayacak. Hikayelerin resimleri enterasan ve nefis. Resimleyen yazarın eşi Bahadır Baruter. En sevdiğim yazar Tezer Özlü tadı alıyorum Mine Söğüt’ün hikayelerinde. Yaşamın Ucuna Yolculuk tadı… Zaman zaman düşünürüm aslında hepimizin içindeki o deli yan kaçış yanı, kaçıp kurtulma özgürlüğü. Yaptığımın nedenini açıklamama lüksü. Topluma bir tık öteden, resmin bütününde takılma anı delilik. İşin içinden çıkamama haksızlığı, zeka aslında delilik. Deliliğe giden yoldaki sebepler bahanesi. Kötülüğe prim vermeme bahanesi. Gördüm ve anladım ben seni cevabı. Hayata koskocaman bir cevap  DELİLİK!

Kadın değilim ben,
Doğurmadım, sevişmedim,
O kapıdan geçmedim,
Daha içime çökmedim.
Aslında ben kasıklarımdaki sancı ve
Bacaklarımın arasındaki ıslaklık kadarım.
Ne bir eksik… Ne bir fazla.
Beni rahat bırakın.
Dilediğim kadar sevişeyim, dilediğim yerde öleyim.

3 Şubat 2012 Cuma

KIŞ GÜNLÜĞÜ/PAUL AUSTER



Bugün Paul Auster’in doğum günü. 3 Şubat 1947 doğumlu Auster’in son kitabı Kış Günlüğü kitabını bugün sabah bitirdim. İstedim ki yazdığım yazı yazarın doğum gününe denk gelsin. Yazarın son kitabı Kış Günlüğü Can Yayınları’ndan ABD'den bile önce ve ilk olarak Türkçe basılıp, Türkiye'de yayınlandı. Nedeni ise tamamen programla ilgiliymiş. Türkiye'deki yayıncı erken davrandığı içinmiş (Can Yayınları). Şubat ayında Danimarka ve İspanya’da yayınlanacak. ABD’de ağustos ayında çıkması planlanıyormuş.
Paul Auster

Kış Günlüğü yazarın kendine yolculuğu, 1947’de başlayan hikayesinin bugüne gelişi. Annesi, babası, hayatına giren kadınlar, çocukları ve yazar olma tutkusu.
Yazar bu kitabı neden yazdığını kendi cümleleriyle şöyle açıklıyor:
“Ne de olsa zaman azalıyor. Belki de şimdilik hikâyelerini bir yana bırakıp hayatının anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.”
En sevdiğim ve tanıdığım şehir New York’ta geçen hayatının her karesini ilgiyle okuyorum. 21 tane adres değişikliği, Paris ve N.Y.’ta geçen mücadeleli günleri ve yazmak için yaşanan her kare. Etkilendiği film, Almanya Bergen-Belsen’de hayatında sadece bir kez yaşadığı olayın etkisi. Yazarın hayatını ve etkilendiklerini yazarın dilinden çok samimi itiraflarla okumak heyecan verici.
…Hepimiz kendimize yabancıyız, kim olduğumuzla ilgili algılarımız ise yalnızca başkalarının gözlerinin içinde yaşadığımız kadarıyla…
Lynette Scott
…Her şimdi kaçınılmaz olarak bir sonrayı çağrıştırıyor. Bugün sabah internetimi açtığım an, Amerikalı meslektaşım, arkadaşım, dünya tatlısı Lynette Scott’ın basit bir ameliyat komplikasyonları yüzünden öldüğünü öğreniyorum. Nasıl hayat dolu, nasıl çalışkan bir kadın… Evet, Auster’in hayatında kendi biyografim yazılıyor. Aynı Zakkum’un şarkısındaki gibi dostlar birer birer eksiliyor sofradan. Kaderin ürkütücü trigonometrisi. İşte bu kitap bu noktada çok değerli. Yazının kalıcılığı tartışılmaz. Yazı açık denizde kaybolmanızı engelleyen simgesel bir çapa.

…Senin yaptığın işi yapmak için yürümek şarttır. Sözcükleri aklına getiren, kafanda yazarken sözcüklerin ritmini işitmene yardımcı olan şey, yürüyüştür. Bir ayak ileriye, sonra öbür ayak ileriye, kalbinin çifte vuruşu. İki göz, iki kulak, iki kol, iki bacak, iki ayak. Bu, sonra şu. Şu sonra bu. Yazmak gövdede başlar, gövdenin müziğidir ve sözcüklerin anlamı varsa, bazen anlamlı olabilirlerse, sözün müziği anlamların başladığı yerdir…
1988’de yazdıkları tam bu tartışma ortamında anlamlı. Ömrün boyunca itilip kakılan insanların yanında yer aldın, her şeyden çok inandığın bir ilkeydi bu. Hakkında yazılan makaleleri, kitaplarının eleştirilerini artık okumuyorsun, ama bu, daha o zamandı ve insanların senin için söylediklerine boş vermenin yazarın akıl sağlığına yararlı olduğunu henüz öğrenmemiştin.
Auster Ailesi
Ben Auster kitaplarını zevkle okuyan bir acemi okuyucu olarak bu biyografi kitabından çok hoşlandım ve tavsiye ederim.
Auster Kış Günlüğü Kitabı’nı,
…Bir kapı kapandı. Bir başka kapı açıldı.
Hayatının kışına girdin… diye bitiriyor.
Bu hafta sonu Hürriyet Pazar Eki’nde Auster hakkında okuduklarımı paylaşarak yazımı bitiriyorum. Sevgi ve hoş görüyle kitaplar hiç eksilmesin hayatımızdan.
Paul Auster;
*Hayatında internet kullanmamış, ihtiyaç da duymamış, önce deftere yazıyor, sonra Olympus marka daktilosuyla temize çekiyor: “Bana kalem lazım, kelimelerin çözülmesi için fiziki bir jest olmalı’ diyor.
* Yine yazar olan, ilk eşi Lydia Davis’le Fransız Devrimi'nden sonra inşa edilmiş, 1794 yapımı taş bir çiftlikte aylarca bekçilik yaptı, Provence'ta kekik ve lavanta kokularıyla uyandı. Norveç asıllı 31 yıllık çok sevdiği şimdiki eşi Siri’dense her kitabında bahsediyor.
Yazarın eşi Siri

* Çocukluğundan beri bir beyzbol tutkunu. Hâlâ maçları kaçırmıyor. Koyu bir ‘New York Mets’ taraftarı.
* Rolling Stones dergisine çıplak kapak olan kızı Sophie için Bush karşıtı şarkı sözleri yazmış.
* Çok iyi bir şoför olmasına rağmen, ‘Kış Günlüğü’nde anlattığı talihsiz otomobil kazasından beri direksiyon başına geçmiyor. Tam 10 yıl olmuş. Şehre metro veya taksiyle iniyor.
Kış Günlüğü